Yazarkafa Dergi Mayıs-Haziran 2016 | Page 8

ÖYKÜ kahve bahanedir geçmişe

Haluk ECEVİT

Annemin “ esemsipor ” dediği cırtcırtlı spor ayakkabılarımı giyerek babamı kahveden çağırmaya gitmek en sevmediğim işler arasındaydı o yıllar . Çünkü babam yanına vardığımda yine bana kızacak ve “ Yav , benim bi pazarım var , bırakında kafa dinleyim azcık ” diyecekti . Ya da yolda karşılaştığım bir adam “ Eeey kimin babasısın sen ba ” diyerek takılacak ve benim , “ Ben baba değilim , benim babam var onu eve çağırmaya gidiyorum ” dememi bekleyecekti . Arkasından kimin çocuğu olduğumu öğrenince de ; “ Bana bak eey , ben aşaa maalede gördüm demince , elettirik direene baalamışlaa onu , önünde de bi balya samanna bi kofa su vaadı ” diyerek yine kahkahayı basacaktı . Bunu ilk duyduğum gün söylenenleri gerçek sanıp , ağlayarak eve dönüşüm daha dün gibi gözlerimin önünde şimdi . Anlamadığım tek şey , karşılaştığım her amcanın bana aynı şakayı yapmasıydı . Sanki anlaşmışlar gibi yolumu keser ve aynı replikleri sıralarlardı ardı ardına . Şimdi anlıyorum ki bizde , “ küçük çocuğu korkutarak eğlenmek ” diye bir kültür vardı o zamanlar . ( Hâlâ da var ya ...) Çünkü yine o yıllarda babamı çağırmak için gittiğim Sali Ağa ’ nın kahvesinde , çocukları çok seven Karabacak Dayı birkaç arkadaşının yardımı ile ağlamama aldırmadan beni masa üstüne yatırıp önce kısa pantolonumu ardından da çamaşırımı sıyırıp bakmışlar ve “ Bu ne ba eey iice onluk çivi gibi ” ve “ Bana bakın bu kopil ii ki sünet olmuş yoksa bunu balta kesmezdi zere ” gibi cümlelerle eğlenmişlerdi . ( Bu hadise şimdiki çocukların başına gelse , eminim hemen psikolojileri bozulur .) Anlattığım bu olaylardan da anlaşılacağı gibi kahve ortamı benim için hep sıkıntı içeren , korkulu ve rahatsız bir yer olmuştu . Sonraları babamın yanında , onun gayreti ile zar zor alışmıştım .

Ülkemizin başka kültürlerinde adlarına kıraathane , çayevi , cafe gibi isimler verilse de ben buraları ilk duyduğum şekliyle , “ kahve ”, hatta öz kültürümde seslendirildiği hali ile “ kave ” olarak bildim hep . Adının söylenişi ile olduğu kadar iç tasarımı ve sattığı ürünler açısından da diğer emsallerine benzemiyordu bizim “ kave ” ler . Sözünü ettiğim pazar günleri , ben babamı çağırmaya gittiğimde , orda çok az kişi çay içiyor olurdu . İçeriye her girdiğimde , hemen benim çükümle dalga geçmeyi fırsat bilen o amcaların önlerinde hep bira görürdüm . O kadar insanın şişelerce bira içip hiç hır-gür çıkarmadan tatlı tatlı ettikleri sohbetlere hayret eder dururdum o günkü çocuk aklımla . Sadece sohbetler mi ? Köyümde varlığına hemen hemen her mahallede rastladığım bu irili ufaklı müesseselerin kendilerine özgü o mistik kokuları ... Önüme gelen bol içli oraletin dişlerimi kamaştıran o keskin tadı ... Masa örtülerine sinmiş o kesif sigara kokusu ... İçerdeki masalardan dalga dalga yayılan ama hiç rahatsız ediciliği olmayan insan sesleri ... Müşterilerin kâğıt oynarken yaptığı rakibi kızdırmaya yönelik türlü şakalar ... Bulunulan yılın başında ticaret erbaplarının getirerek duvarlara astığı reklamlı takvimler ... Şahsına münhasır , muhabbeti ve şakası çekilen amcaların , büyük küçük demeden masadan masaya tatlı sataşmaları ...

8

Çocukluğumun “ kave ” lerini anlatırken , sizlere videodan bahsetmezsem ayıp olur . Tek kanaldan oldukça sıkılmış olan insanların , istenilen filmi istenilen anda oynatan bu cihaza , yüzyılın icadı muamelesi yaptığı zamanlar ... Bazen sokakta oynarken , uzaklardan bizim motosikletin sesi duyulur ve babamla birlikte ufukta görünürdü . Normalinden daha hızlı gelen babam yanıma vardığında “ hadi atla ” diyerek beni motorun arkasına attığı gibi geldiği yöne hızla döner ve aynı hızla kahveye sürerdi . Neden olacak , çünkü kahveci Yalçın Abi , bir kaç dakika içinde ya bir kovboy ya da bir karate filminin başlayacağını anons etmiştir müşterilerine . Sağ olsun babamın da bensiz izlemeye hiç gönlü elvermezdi . Vardığımızda filmi izleyecek herkes televizyonun önünde hazır bulunurdu . İzleyicilerden herhangi bir ücret talep edilmezdi . Tam bir sessizlik hâkim olduktan sonra da Yalçın abi sesi biraz daha açarak , televizyon kasasının altındaki bölmeye yerleşik olan videonun çalma tuşuna basar ve kasedi başlatırdı . İzleyiciler filme olan dikkati dağıtmamak adına , gösterim boyunca içecekleri gazozları bile önceden tedarik ederlerdi yanlarına . Ve sonrasında Clint Eastwood ’ un tüfeğinden çıkan merminin bir kayadan sekme sesi ya da Bruce Lee ’ nin karşısındaki adama attığı uçan tekmeden sonra çıkardığı “ puuaaa ” haykırışı ile çınlardı kahvenin içi . Videonun açıldığı bazı zamanlarda ise , çocukların içeriye girmeleri tamamen yasaklanır ve kahvenin perdeleri sıkı sıkıya kapatılırdı . ( Bu zamanlarda gösterimde “ çocuklar için zararlı ” hangi filmlerin oynadığını ben yıllar sonra öğrenecektim . Zaman içinde