Yazarkafa Dergi Mayıs-Haziran 2016 | Page 38

taraflar aranır ve bulunur . Bulunur , çünkü yeni sosyal şartlan hazırlayan eski sosyal şartlardır .
Sosyal bir ihtilâl , ideolojik planda bir kopuş yaratır . Düşüncenin kendi gücü ile ilerlediğine inananlar , ideolojik değişikliği fikirlerde bir ihtilal olarak kabul ederler . Oysa , ihtilalci bir aksiyon olmadan yeni bir ideoloji kök salamaz . İhtilalci fikirler , ihtilalci bir aksiyonun nazarî ifadesidir Marx ’ a göre . Önce aksiyon , sonra ideoloji . Pratik ne kadar genişse , realiteyi ne kadar kökten değiştiriyorsa , realitenin tasavvuru olan ideoloji de o kadar tutarlıdır . Kaldı ki , yeni ideolojinin yayılması , kendini kabul ettirmesi için de , pratiğe ihtiyaç var . Kalabalıklar eski ideolojilerin baskısı altındadırlar , ihtilalci faaliyete katılmamışlarsa , ihtilalci ideoloji tek başına onları vehimlerinden kurtaramaz . Aksiyonla dünya görüşü arasındaki diyalektik , hem ihtilalci düşünceyi , hem de ihtilalci aksiyonu zenginleştirir .
İçtimaî realite yalnız insanlar arasındaki objektif münasebetlerden ibaret değildir . İnsanların bu münasebetleri düşünüş tarzları da , içtimaî realitenin bir parçasıdır . İçtimaî bir yapıdan doğan ideoloji , aynı yapı üzerinde etki yapar . Hâkim ideoloji belli bir içtimaî yapının ayakta durmasına yardım etmez olmuş , veya henüz yardım etmeğe başlamamışsa , bu içtimaî yapı son derece çürüktür . Ancak zor kullanarak ayakta durabilir . Hâkim ideoloji kendi başına bir güçtür . İnsanları içtimaî yapının mutlak bir zaruret olduğuna , ona karşı gelmenin imkânsızlığına inandırabilir . Hatta mevcut düzenin her türlü tehlikeden korunması gereken ideal bir düzen olduğunu da telkin edebiür . Demokrasileri uzun ömürlü yapan bu aldatmaca ( mistifikasyon ) dır . Kitle hâkim ideolojiye yönelirse , hâkim sınıf demokrasiden vazgeçip , diktatörlüğe başvurur , “ lakırdı zoruyla yapamadığım , lâkırdısız zorla başarmağa kalkar ”. Belli bir içtimaî realite kendi yaşama şartlarını mütemadiyen yaratabiliyorsa , devam edebilir . Bu şartlar içinde , o içtimaî realiteye uygun olan ideoloji de vardır .”
Bu yazısından anlaşıldığı üzere Cemil Meriç metodolojik olarak Marksizm ’ i benimsemiştir . Bu konu üzerinde biraz daha irdeleme yapmamız Cemil Meriç anlamamız için iyi olacaktır . Batı tefekkürünü tenkit için Marksizm güzel bir metodoloji olacaktır . Lakin Marksizm topraklarımıza bir misyoner kilisesi gibi giriş yapmıştır . Aslen batılı olmayan ama batılıymış taklidi yapan devlet algımıza karşı Marksizm bir eleştiri getiriyormuş gibi olurken kültürel olarak bizi zehirlemeye başlamıştır . Malum meşhur söylem “ din afyondur ”. Bizi dinsizliğe itmek isteyenlerin Marksizm üzerinden bize oynadıkları bir taktik … Oysa bu söylem Marksizm ’ in doğru yanlarını törpüleyen ideolojik bir yaklaşımdır ki bu slogan “ Katolik ” ideoloji için yapılmış bir tespittir . Cemil Meriç , bu durumu öne çıkararak Marksizm ’ in ateizm propagandası için kullanıldığını ve kültürel tahrifat için bir yöntem olarak kullananların olduğunu görünce bize şu uyarı yapmaktadır ;
“ Biz istesek de istemesek de Marksizm ülkeye gelmiştir . Ondan kurtulmanın çaresi , boğayı boynuzlarından yakalamaktır ”
Marksizm batı tefekkürünün bir sonucudur . Eğer biz bu boğayı kontrolümüz altına almazsak ortalığı birbirine katacağı aşikârdır ama boynuzlarından tutarsak onu kontrolümüz altına alırsak -binlerce yıldır hayvancılık ile uğraşıyoruz nede olsa- o zaman ihtiyacımız doğrultusunda ondan fayda sağlayabiliriz .
“ Hakikatte hiçbir düşünce düşman değildir , her düşünce kanımıza karıştırılmak , millileştirilmek şartıyla doğrudur .” İşte bu söz bize bir pusuladır Cemil Meriç deryasında hareket edebilmek için . Kimin ne söylediğinden ziyade söylenenlerin bizim için ne ifade ettiği bize neyi tahayyül ettirdiği , bu topraklarda o söylemin nasıl filizleneceği önemlidir .
Şimdi Cemil Meriç ’ i Marksizm algısından dolayı sola yerleştirmenin ne kadar yanlış olduğunu biraz anlatabilmişimdir diye düşünüyorum zira Cemil Meriç ’ e göre ;
“ Türkiye ’ de sağ-sol yoktur , dürüst olan

38 ve olmayan insanlar vardır . Sağ-sol bizim tarihimiz içine yerleştirilemez . Batının bizi parçalamak için içimize soktuğu bir başka yalandır . Şuurun tek şartı cehid göstermek , okumaktır .”

Üstadın fikir dünyasına biraz yelkenler fora ilerleyelim . Yeni kurulan bu ülkenin kendini yenileme ve geliştirme hareketini , özden kopuş , geçmişi hiçe sayma ve batılılaşma algısı üzerine oturtmasının toplum üzerinde ortaya çıkardığı kimliksizleşme belirtilerini iyi teşhis edebilmiş nadir şahsiyetlerdendir Cemil Meriç .
Yüzü batıya dönük bir Türkiye olabilir lakin özü batıya dönük bir Türkiye ise kabul edilemez . Üstada göre harf inkılâbı bir cinayettir . Kültürel hafızamıza yapılan bir soykırım .
Kuruluşunda batılı olmayı hedef seçmiş bir ülkenin kendi ayakları üzerinde durması pek mümkün değildi … “ Bu çökmeye hazır medeniyet üç sütün üzerinde duruyor ; süngü , açlık , fuhuş ” işte taşı gediğine koyan bir tespit daha üstattan . Kendisi darbeleri açlığı bizzat yaşayarak fuhşu ise çevresine gazetelere dergilere bakarak görmüş . Tarihle bağı kopan bir milletin artık bir yığın olduğunu ve bu yığınında korku ile baskı altına alınıp yönlendirildiği , açlık ile terbiye edildiği , fuhuş ile de içinin boşlatıldığını bize haykırmıştır Cemil Meriç .
“ Gençlere İslâmiyeti öğretmemiştik , ecdadına hakaret etmeği öğretmiştik .” Tarihimizi hiçe sayarak oluşturulmaya çalışan kimliğimiz ile ancak atalarımıza hakaretler eder hale gelmiştik . Hele ki aydın sınıf hiçbir zaman gerçeği anlatmıyordu bize , toplum sevk edildiği yöne doğru dökülüyor ve çaresiz kalıyordu . Sistemin ürettiği insan modelinde gerçeklere göz yumar hale geliyordu toplum öyle ki Cemil Meriç düşün dünyamızın kısırlaşmasına da okkalı bir cevap konduru veriyordu ; “ Her aydınlığı yangın sanıp söndürmeye koşan zavallı insanlarım : karanlığa o kadar alışmışsınız ki yıldızlar bile rahatsız ediyor sizi ! Düşüncenin kuduz köpek gibi kovalandığı bu ülkede , düşünce adamı nasıl çıkar ”