Yazarkafa Dergi Mayıs-Haziran 2016 | Page 37

Doğrular ona göre değişmezdi. kültür algısının muhteviyatı. sahip olduğu aşikardır. “Ne batıyı tanıyoruz ne doğuyu... En az tanıdığımızsa kendimiziz. Biz Müslümanlığından, doğululuğundan, Türklüğünden utanan, tarihinden utanan, dilinden utanan şuursuz bir yığın haline geldik..” Oğul Mahmut Ali de babasının Marksistliğinden şüpheliydi. Mağaradakiler adlı kitabından şöyle diyordu babası için; “Marksistim dediği zaman tek bir işçinin elini sıkmış değildi. Sadece namuslu olmak, korktuğu için sustu dedirtmemek istiyordu. (...) Bir sığınaktı Marksizm, bir kaçıştı, bir yaşama gerekçesiydi. Belki de inanıyordu Marksizm’e. Eziliyordu ve ezilenlerin yanındaydı. Ama kimdi bu ezilenler? Bilmiyordu. Kitaplardan tanımıştı sosyalizmi. Ne kadar anlamıştı? Anlayabilir miydi? (...) Marksizm, gerçekten meçhul’e, yani rüyaya kaçıştı “ Bir batılı değildi Cemil Meriç ama batıya giden bir gemide doğulu zoraki yolcuydu. Gemide ki çoğu insandan farkı rotanın yanlış olduğunu görmesi ortak yönü ise zoraki yolcu olmasıydı. Marksizm bu köle gemisinden kürek mahkumlarının bir gemi kaptanı olabilme hayali olarak kazınmıştı hafızalara. Sermaye –güç dengesini bozmayı vaat eden bir ideoloji nasılda özlem duyulan bir şeydi o günlerde. “Hülasa edelim: realite, ideolojiden önce mevcuttur. İnsanlar, önce birbirleriyle münasebete girişir, sonra bumünasebetleri anlamağa çalışırlar. “Hayatı tayin eden şuur değil, şuuru tayin eden hayattır”, ideolojiler sosyal realiteyi olduğu gibi yansıtamazlar. Bu sadakatsizliğin temel sebeplerinden biri işbölümüdür. Marx’a göre, işbölümü maddî faaliyetle manevî faaliyeti, istihsalle istihlaki, intifa ile emeği birbirinden ayırır. Üretenlerle tüketenler, elleriyle çalışanlarla kafalarıyle çalışanlar, fabrikadakilerle tarladakiler, realitenin ayrı ayrı parçalarını görürler. Bütünü kucaklayamaz böyle bir görüş; sosyal münasebetleri bozarak, sakatlayarak aksettirir, işbölümü geliştikçe, bu parça parça idraklerden az-çok tutarlı bir ideoloji yapmak ayrı bir görev haline gelir. Bu yüzden de düşünce gittikçe pratikten uzaklaşır, yani realiteden kopar. İnsanlar kendilerini batılı yahut batılı olma aşkıyla, doğulu yahut doğulu kalabilme sevdasıyla kategorize edebilirken. Böyle özetlemişti durumu üstat. Batıdan bihaber doğudan bihaberiz… Oysa daha da felaket durum ise “kendi”mizi hiç etmişiz. Kaybetmişiz kimliğimizi, hükümsüzüz. Birde kimlik dileniyoruz batıdan yahut tarihe bakıp doğulu olduğumuzu hatırlamak. Bir Çinli olabilir bir Amerikalı olabilir bir Afrikalı olabilirdi okur öğrenir en azından sağlam bir taklit olabilirdik oysa bir tek“kendi”miz olmak gelmiyordu elimizden, geçmiyordu aklımızdan. Türklüğümüzden utanır olmuştuk, tarihimizden, dilimizden, dinimizden… Utanır olmuştuk “kimliğimiz”den… “Şuursuz” bir yığın haline gelmiş getirilmiştik(!) çünkü bir kültürümüz bile kalmamıştı(!). “İrfan asaletini kaybetti. Hafızaya çakıl tası gibi saplanan bilgi kırıntılarına yeni bir ad bulduk: kültür.” Kültür algımızın özeti! “şuursuz” kalabalığın Marksist sistematiği her daim kullandı Cemil Meriç ama ona göre Marksizm solun anladığı Marks‘dan çok farklıydı. Ümrandan Uygarlığa adlı eserinde metodoojikl bir Marksizm anlayışına İşbölümü, sınıf bölümü haline gelince, sınıflardan biri ötekilerini baskısı altına alır. Ve hâkimiyetini bir ideoloji ile perçinler. Her çağda hâkim olan tek ideoloji, hâkim sınıfın ideolojisidir. Fikir imalâtçıları, umumiyetle hâkim sınıfın çocuklarıdır. Çünkü hâkim sınıfın boş vakti vardır, yani kültür onun inhisarındadır. Hâkim sınıf, sosyal durumu sayesinde, ideolojisini bütün topluma yayar. Bir kelimeyle, her devirde hâkim sınıfın düşünceleri hâkim düşüncelerdir. Maddî güçle manevî güç birlikte yürür. Maddî istihsal vasıtalarına sahip olan, manevî istihsal vasıtalarım da elinde tutar. Hâkim sınıfın düşünceleri sosyal realiteye dayanıyorsa, bu fikirlerin kucağında doğduğu sosyal realite fiilî olarak yıkılmadıkça, bu fikirler de yok edilemez. Ne var ki, bir ideolojiyi doğuran şartlann yavaş yavaş ortadan kalkması, bu ideolojiyi de ortadan kaldırmağa yetmez. Zihinlere kök salan, kadrolarını kuran bir ideoloji, kendisini yaratan içtimaî şartlar yok olduktan sonra yaşayabilir. Bu içtimaî şartlar yalnız kısmen değişmişse, ideolojik değişme de kısmî olabilir. O zaman düşüncelerde bir gelişme olduğu sanılır. Eski ideolojilerde, yeni ideolojileri müjdeleyen 37