Kass Morgan
Daha birkaç dakika önce, Glass, annesinin yanındaki koltukta oturmuş, birlikte yeni dünyayla karşılaşacakları anı
bekliyordu. Ama annesi, yok olan Koloni’den kaçmak için
son mekikte bir yer bulmaya çalışan, gözü dönmüş bir muhafızın kurşunuyla ölmüştü. Glass, gözlerini sıkıca kapayarak
kafasında yeniden canlanan sahneyi durdurmaya çalıştı: Annesi sessizce yere düşüyor. Nefes nefese inleyen annesinin
yanı başına çöken Glass kanamayı durduracak bir şey yapamıyor. Başını annesinin göğsüne koyup onu ne kadar sevdiğini söylemek için hıçkırıklarıyla boğuşuyor. Annesinin ruhu
bedenini terk ederken elbisesine yayılan koyu lekeyi izliyor.
Annesinin yüzünün gevşediğini görmeden hemen önce son
sözlerini duyuyor: Seninle gurur duyuyorum.
Gerçekler değiştirilemediği gibi görüntüleri durdurmanın
da yolu yoktu. Annesi ölmüştü. Glass ile Luke ise her an dünyaya çarpabilecek bir gemiyle uzayda son sürat ilerliyorlardı.
İniş gemisi gürültüyle zangırdayarak bir o yana bir bu yana
sallandı. Glass pek farkına varmamıştı. Bedeni geminin hareketlerine uyum sağlarken kaburgalarına batan belli belirsiz bir
sertlik duydu ama annesinin ölümünün acısı metal kopçadan
daha derinlere işliyordu.
Acıyı hep bir ağırlık olarak düşünmüştü ‒yani, kırk yılın
başında bir düşündüğünde. Eski Glass zamanını başkalarının dertleriyle uğraşmakla geçirmezdi. En yakın arkadaşının annesinin ölümünden sonra Wells’in kocaman, görünmez bir yük taşırmışçasına geminin orada yığılıp kaldığını
görünce durum değişmişti. Gerçi Glass böyle hissetmiyor8