EVE DÖNÜŞ
nine bir düşünce saplandı, bedenini ise panik kapladı. Luke
neredeydi? Bir anda ayılarak, onu yerde kalmaya zorlayan
bulantıyla acıya aldırış etmeden, yerden destek alıp doğruldu.
“Luke!” diye bağırdı, başını sağa sola döndürerek. Yabancı
gölgeler yığını arasında Luke’un tanıdık silüetini görmek için
dua ediyordu. “Luke!” Giderek artan inilti ve çığlık korosu,
Glass’ın haykırışlarını bastırıyordu. Neden kimse ışıkları açmıyor, diye düşündü mahmurlukla, ardından yeryüzünde olduğunu tekrar anımsadı. Yıldızlar donuk bir pırıltıdan daha fazla
ışık saçmıyordu. Ay ise ancak Glass’ın inleyerek çırpınan silüetlerin yol arkadaşları olduğunu anlamasına yetecek kadar
ışık veriyordu. Kâbus görüyor olmalıydı. Dünya’yı böyle düşünmemişti. Uğrunda ölmeye değecek bir yer değildi burası.
Yeniden Luke’a seslendi ama yanıt alamadı.
Ayağa kalkması gerekiyordu ama beyninin kaslarıyla bağlantısı kopmuş gibiydi, bedeni tuhaf bir biçimde ağırlaşmıştı;
sanki kollarına, bacaklarına görünmez ağırlıklar asılıydı. Burada yerçekimi farklıydı, daha şiddetliydi. Yoksa Glass yaralanmış mıydı? Elini baldırına koyunca nefesi kesildi. Bacakları
ıslaktı. Kanıyor muydu? Göreceği şeyden korkarak bakışlarını
aşağı indirdi. Pantolonunun paçaları yırtılmış, altındaki teni de
kötü biçimde çizilmişti ama görünürde bir yara yoktu. Ellerini
zemine, hayır, yere koyunca nefesi kesildi. Suyun içinde oturuyordu –önünde uzanan su, öylesine inanılmaz bir mesafeye
yayılmıştı ki uzak kıyısındaki ağaçların ancak belli belirsiz gölgeleri görünüyordu. Glass kırpıştırdığı gözlerinin karanlığa alışıp, anlamlı bir şeyler seçmesini bekledi ama görüntü değişme13