NEŞELİ SAYFALAR
HAYATIN EN IŞILTILI
MEKÂNLARI:
LUNAPARKLAR
Sevgiliyle buluşulan ilk yerdi belki lunaparklar. İlk
kez korkuyla birbirine orada sarılmışlardı belki çiftler.
Belki de ilk kez elleri dönme dolapta kavuşmuştu.
İlk sandal sefası yaptıkları, su bisikletiyle çıktıkları
tek yolculuklarını lunaparkta yapmışlardı. Teknolojinin her alanda gelişmesiyle, oyuncakların da
modern zamanlara uyd uğu ama çarpışan arabalar
ve atlıkarıncanın ne olursa olsun anlamından hiçbir
şey kaybetmediği, günlük yaşamın bitmek bilmez
koşuşturmacasının balerin ile vücut bulduğu yerler...
Anatoliy Lunaçarskiy, bir sanat eleştirmeni, gazeteci ve
siyaset adamıydı. Rusya’da doğmuş büyümüş 1905 yılında ülkesinden Fransa’ya kaçmak zorunda kalmış bir
Bolşevikti. Tarihe belki de böyle geçmesi gerekiyordu ama
tarih sahnesinde bambaşka bir şekilde yer alacaktı. Tarihte
hemen herkesin hayatına dokunacak bir ilki gerçekleştirmişti ama kendisi bile bunu bilmiyordu.
Fransa’da geçimini sağlayabilmek için cebindeki son parayla bir park kiralamış ve kendi adını vermişti. Yaklaşık
on iki yıl boyunca, nişan tahtaları, sallanan tahta atlar
ve tahterevalliye binen çocuklara ve ailelerine sandviç
satmıştı. Yıllar geçip, yeniden ülkesine dönebileceği zamanlar geldiğinde, çocukluklarını orada geçirmiş insanlar,
Lunaçarskiy’i unutmamış ve parka; “Luna’nın parkı” manasına gelen “lunapark” ismini vermişlerdi.
pırıltılara eşlediği; anne babaların, her oyuncağa binmek
için yalvaran gözlerle ebeveynlerine bakan çocukların
heyecanlarına eşlik etmiyormuş gibi gözüküp, ebeveyn
refleksiyle sadece göz ucuyla oyuncaklardakileri seyrettiği, babaların sadece penaltı atışı yaptığı, korku tünelinde
korkmadığını hissettirmek istercesine dimdik durdukları,
dış ve iç bükey aynalara bıyık altından güldükleri; ruhlarında belki de tam olarak yaşayamadıkları çocuklarının
zincirlerini saldıkları yerlerdir lunaparklar.
Modern zamanların iyice içimize işlemesiyle, değişen
eğlence anlayışına ve buna paralel olarak farklılaşan
ihtiyaçlara göre zaman içerisinde evrim geçirmiştir.
Lunapark denince akla, dün çarpışan otomobiller,
dönen uçaklar, dönme dolaplar gelirken; şimdi hızla değişen teknolojiyle üç yüz kilometre hızla giden
araçlar, içinden küçük kayıklarla geçilen saydam su
boruları, her köşeden size uzay tabancasıyla ateş
eden adamlar, başlarını delikten çıkaran tarla fareleri geliyor. Teknoloji değişiyor, dünya farklılaşıyor,
çocukların ve büyüklerin anıları bir bir silinirken, çocuklar ulaşılmaz hayaller ve hayatlar biriktiriyor.
Rengârenk ışıklarıyla, şehirlerin gecelerinde
büyük bir lamba görevi gören lunaparklar,
balerinin eteklerinde savrulan insanların
sesleriyle anlam katıyor hayatlarımıza. Korku tünelinde yükselen çığlıkların az sonra
biteceğini biliyoruz çünkü tünel elbette son
bulacak ve çocuklar korku çığlıklarını sevinç
çığlıklarıyla değiştirerek atlıkarıncaya doğru
koşmaya başlayacaklar. Gece günle yer değiştirdiğinde sönen ışıkları, şehrin griliğine inat bir
kez daha yanacak, asi bir ruh gibi yeniden çocukların ve çocuk kalan büyüklerin eğlencelerini verecek
bize.
İçinizdeki çocuğu ve kalbinizdeki lunaparkı kaybetmemeniz dileğiyle…
Bir sahil kasabasında, yazın gelmesini bekleyen çocukların heyecanıydı lunapark, çünkü sadece yaz gelip tatilciler kasabanın havasını solumaya başladığında kurulurdu
dev eğlence alanı. Büyük bir şehirde ise, hafta sonu eğlencesiydi lunapark. Şimdilerde alışveriş merkezlerinin
otoparklarında kurulduğuna bakmayın, tüm hafta uslu
duran çocukların ödülü, bayram harçlıklarının keyifle harcandığı mekânlardır lunaparklar. Kâğıt helva, pamuk şeker
ve macun satanların seslerinin birbirlerine karıştığı yerdir.
Büyüklerin az utanarak, az kızararak yüreklerinde hissettikleri çocuksu heyecanı kendi çocuklarının gözlerindeki
64
65