Uçmak,
kadim zamanlardan beri insan
oğlunun içindeki ukdelerden biri. Çünkü merak,
insanda yemek içmek gibi tatmin edilmesi zorunlu bir güdü. İnsan, temel ihtiyaçlarını karşıladıktan
sonra gözünün görmediğine, kulağının işitmediğine, elinin erişmediğine yönelen bir yapıya sahip. Mağara resimlerinden mitolojilere, Hazerfan
Ahmet Çelebi’den Jules Verne’e tarihin çeşitli dönemlerinde uçmakla ilgili hayaller ve tasarılar sürekli gündemde olmuştur. Teknik ilerledikçe çeşitli yöntemler denenmiş ve bulutlara ulaşma hayali
gerçekleşmiştir geçen zaman içinde.
Türkiye’de modern havacılık etkinlikleri 1911
yılına kadar uzanır. Tayyare Cemiyeti’nin düzenlediği sınavı kazanıp yurt dışına pilotluk eğitimi
almaya gönderilen Yüzbaşı Fesa (Evrensev) Bey,
Temmuz 1912’de “ilk Türk pilotu” unvanıyla ülkeye döner. Aynı yıl Türk Hava Kuvvetleri envanterinin ilk iki uçağı satın alınır. Birinci Dünya Savaşı
kapıdadır ve bu savaş Türk havacılık tarihine altın
harflerle yazılacak bir ismin sahneye çıkmasına
imkan verecektir:
VECİHİ HÜRKUŞ.
Tayyareci Vecihi Hürkuş, 1896 yılında İstanbul’da
dünyaya gelir. On altı yaşında gönüllü olarak Balkan Savaşı’na katılır. Uçaklara ilgisi de bu savaş
sırasında belirir genç askerin. Osmanlı Ordusu’nun modernizasyonu, sınırlı da olsa bir hava
gücünü öngördüğünden Yeşilköy’de bir Tayyare Mektebi kurulmuştur. Pilot olma isteğiyle bu
okula yazılır Vecihi. Ancak yaşı küçük olduğundan, pilotluk bölümü yerine uçak makinistliği
bölümüne kabul edilir. Birinci Dünya Savaşı’nda
Bağdat Cephesi’nde makinist olarak görev yaparken yaralanarak İstanbul’a dönen Hürkuş, tekrar
aynı okula girerek pilotluk eğitimini tamamlar.
Henüz yirmi bir yaşında çiçeği burnunda bir pilot
olarak Kafkas Cephesi’nde görevlendirildiğinde
yıl 1917’dir. Bu tarih, Türk havacılık tarihi için bir
dönüm noktası olacak ve Vecihi Hürkuş’un ardı
arkası gelmeyecek “ilk”lerini başlatacaktır.
KÜLTÜR-SANAT 39