Reed eldivenli elini benimkinin üstüne koyarak kolumu
kendi koluna sıkıştırdı. Bir süre yürümüş ancak konuşmamıştık. Beni ona çeken kelebekler hep oradaydı ama o
anda erotikten çok güven vericiydiler. Başımı göle doğru
çevirerek rüzgârın esişini hissettim. Buharlı soluklar bizden yükselerek başlarımızın üzerinde kucaklaşan sevgililer gibi birleşiyordu.
En sonunda sessizliği bozdum. “Özür dilerim, Reed,”
dedim karla örtülmüş ağaçların sakin sessizliğini bozan
gergin bir tonda.
Bana yüzünü döndüğünde şaşkın görünüyordu ve yeşil
gözleri yüzümü inceliyordu. “Ne için?” diye sordu.
“Bununla daha iyi başa çıkamadığım için,” dedim kederle. Yürüyüşümüz sırasında yakınlaşarak kolumu biraz
daha sıktı.
“Evie, özür dileyecek bir şey yok,” dedi hafifçe. “Özür
dilemesi gereken kişi benim. Seni koruyacağım diye seni
tutsak ettim ancak bu seni öldürüyor, yeni fark edebildim,” derken sesi kulağa pişman geliyordu.
“Hayır, bundan değil gerçekten. Oturup Alfred’i ya da
dayımı düşünmekten başka yapacak pek bir şeyim yok,”
dedim kısık bir sesle. Jim dayıyı ve onu bir daha asla göremeyecek olduğum gerçeğini düşünüyordum. Alfred bundan emin olmuştu. Ölmeden önce dayımın acı çektiğinden
emin olmuştu.
Birkaç adım attıktan sonra konuşabildim. “Sadece uyumak ve hiçbir şey düşünmemek daha kolay geldi.” Uykumu dehşete çeviren kâbuslar yokmuş gibi davranıyordum.
“Buns’ı aradığına göre gerçekten endişelenmiş olmalısın.”
Reed kaşlarını çattı. “İnsan duygularıyla pek tecrübem
yok. Bunların hepsi bana yeni geliyor. Senin duygularını
anlamaya çalışıyorum ve kendiminkileri de. Seninle tanıştığımdan beri farklı türde duygular hissediyorum.” Biz kol
kola yürürken başını eğerek bana gülümsedi.
17