Yazmadan Durabilene Methiye
Ersan Üldes
Bu beyefendinin ruhunu saran yazma isteğini
Kesinlikle kontrol etmesi gerek
İnsanın küçük hobilerini halka duyurma
İsteğine gem vurması gerek.
Don Juan, Lord Byron
79
K
imi tanıdıklarım, ço-
ğunlukla
edebiyata
uzak olan kişiler, bir
şeyler yazdığımı hasbel-
kader öğrendiklerinde
genelde şuna benzer şeyler söyler-
ler: «Aa sen kitap mı yazdın, senin
kitabın varmış, ya ne kadar güzel
bir şey yapıyorsun!” Burada güzel
olan şey ne? Benim bir kitap yazmış
olmam. Nasıl bir kitap? Bilinmiyor.
Ama yazmak iyidir. Ortada vurgula-
nan bir tür yok. Şiir mi yazdın, öykü
mü, roman mı? Kitap yazdın. Bu
arada edebiyat dışı bir şeyler kale-
me almış olmam ihtimali de saf dışı.
Felsefi bir deneme, siyasi bir makale
veya kim bilir belki de bir yemek
kitabı. Sorunun devamı ne yazdın,
şeklinde gelse ben gönül rahatlığıy-
la ve biraz da derin bir oh çekerek
“roman” diyeceğim. Ama sorunun
gerisi, çoğunlukla şöyle: «Konusu
ne?» veya «ne hakkında?» Cevap:
Tereyağında enginar. Bu arada bu
soru, gizliden gizliye bir ön kabul
de barındırır içinde: “Bu çakal kesin
roman yazmıştır.” Doğru, romanlar
yazıyorum ama onların ne hakkında
olduğu sorulduğunda kitlenip kalı-
yorum. Çünkü bugüne kadar hiçbir
zaman “bir şey” hakkında romanlar
yazmadım/yazamadım. Aşk üzerine,
kıskançlık üzerine, aldatmak üzeri-
ne veya Birinci Dünya Harbi, İkinci
Meşrutiyet, Ekim Devrimi, İttihat ve
Terakki’nin gizli yapılanması üzeri-
ne yazılan bir romansallığa inanma-
dım, hala da inanmıyorum. Daha da
ileri gidip şunu söyleyeyim; roman
hiçbir şey üzerine olmaz. Roman,
roman üzerinedir. İyi romanlar şişe
geçirilip kızartılan atın öyküsünü
anlatırlar. İngiliz dilindeki “hiçbir
şey anlatmayan hikaye” anlamın-
daki bu deyimi meşhur Tristram
Shandy’den öğrendim ve onun söy-
lediğinin arkasındayım. Fakat şimdi
burada uzun uzadıya roman teorisi
tartışarak meselenin özünü kaçır-
mayalım.
Ne yazdığımı bilmiyor, tek cümlemi
okumadı, kazara benim yazar oldu-
ğumu öğrendi ve baştan bir kabul-
le, imrenerek, takdir ederek veya
kıskanarak, hiç fark etmez, beni
doğrudan itibarlı bir yere oturtuyor.
Ama ben onun beni oturtmak iste-
diği yerde bulunmak istemiyorum.
Bir romanımda şöyle bir şey yaz-
mıştım: “Bir kimlik olarak yazarlığı
rütbe gibi taşımak, dünyadaki en