Perspective Perspective 34 | Page 75

sa bile, insanların hayal güçlerinde yarat- tıkları sebepler çok hoşuma gitti, ben de bunları sizinle paylaşmak istedim. 1. Dayanıklılığın simgesi olduğu için: Sanatçılar, filmleri çekerken çok bü- yük sıkıntılar ve parasızlık içinde çekmiş, giyilen kostümleri ya kendi paralarıyla, ya da borç ile almışlardır. “Çam ağaçları gibi dimdik durarak, her türlü zorluğa göğüs gererek”. 2. Her daim aynı kaldığı için: Aynen çam ağaçlarının uzun yıllar boyu yap- raklarını dökmemeleri ve yeşil kalma- ları gibi, Yeşilçam da senelerce kimli- ğini korudu. 3. Ulu çınarlar yetiştirmesi: Sanatçılara çınar diyoruz, ağaç türü olan çınar... 4. Kalbine bir darbe aldığında ölmesi: Çam ağaçlarında, reçine kanallarına kalp çizerken eğer darbe vurursanız, çam ağacı ölür, kurtulamaz. Neden mi? Reçine kanalları çamların hayati sıvılarıdır. Zamanla teknoloji gelişti, filmlere çok daha büyük bütçeler ge- rekti, para sıkıntıları yaşandı: sinema kalbine darbe aldı ve sonunda yavaşça yok oldu. 5. Asıl nedeni: Beyoğlu’nun Taksim’e yakın bir kısmında yer alan sokağın adı “Yeşilçam Sokağı”. 1980’lere kadar bütün film şirketlerinin yazıhaneleri bu sokakta bulunuyordu. İşte bu sokak, yıllarca bizi güldürenlerin ve ağlatanların evi, yıllarca izlemeyi bıra- kamadıklarımızın ekmek teknesi oldu. Nice insanlar çıktı bu sokaktan. Hepsi güzel, hepsi yakışıklı... En samimileri, en cömertleri... Türk sinemasının, sine- mamızın en parlak yıldızları, en tecrübe- lileri. Yerleri en zor doldurulacak olanlar belki de. Peki neden bu sokak? XX. yüzyılın orta- larına doğru yerli filmler üzerindeki ver- gilerin azalması ile beraber, yapımcılar bunu bir fırsata çevirerek, ülkede daha önceden görülmemiş bir şekilde film sektöründen yüklü paralar kazanmak için, yazıhanelerini bu sokakta kurmayı karar kılarlar. Yukarıda da dediğim gibi, 1952 yılında 49 film yapılmış olması, o döneme göre aklın alamayacağı kadar yüksek bir rakamdı aslında. Eşsiz Yeşil- çam sokağının tam ortasında, hepimizin de bildiği, 1924›te kurulmuş bir sinema vardı: “Melek” sineması. Adından çı- kartamadıysanız eğer, “Melek”, “Emek” sinemasının ilk adı. Söylenilene göre, sinema sahnesinin sağ ve sol taraflarında bulunan sarı-turuncu renkli melek tab- İşte bu sokak, yıllar- ca bizi güldü- renlerin ve ağlatanların evi, yıllarca iz- lemeyi bıraka- madıklarımızın ekmek teknesi oldu. lolarından almış. Sokakta, günümüzde maalesef açık olmayan ve 1970›lerde yandıktan sonra kapatılan Opera sine- ması da bulunuyormuş. 1932 yılında, Çanakkale ile ilgili bir film izlemek için Mustafa Kemal Atatürk›ün, sinemaya girdiği anda çok etkilendiği söylenir. Öyle ki, sektörün Türkiye›deki durumu- nu düzeltmek için film yapım vergilerini %10›a indirme kararı alır. Aslında Yeşilçam şöhretli günlerini 1950’lerden 1970’lere kadar, yani sene- de 250-350 film yapıldığı yıllarda yaşadı. 1950’den itibaren 50’nin üzerinde yö- netmen film sanatları okumaktaydı. Bu yönetmenlerin arasında Yeşilçam’ın en bilindiklerinden ve en etkileyicilerinden Ömer Lütfi Akad, Osman Fahir Sende, Atıf Yılmaz ve Memduh Ün bulunuyor. Öte yandan, 1964 Berlin Film Festiva- linde “Susus Yaz”filmi ile Metin Erksan 71 Altın Ayı Ödülünü almaya hak kazan- mıştı. 1960 ve 1970’li yıllarda ise bu yö- netmenlere Metin Erksan ve Halit Refiğ gibi isimler katıldı. Zamanla sinemaya gidenlerin ve yapılan filmlerin sayısının artması ile beraber üniversitelerde, çok değerli hocalar öncülüğünde sinema de- partmanları açılmaya başlandı, bunları arasında tabii ki Ankara Üniversitesi, İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi bulunuyordu. Ancak bizim en çok ad