Perspective Perspective 34 | Page 73

senede bir ya da iki film olabiliyor. Bu- rası ise koskoca bir şirket, yürüyen bir gemi gibi. Bizi o beslemeye yetmez, ya- kıt yetmez ona. Art house öyle bir yolcu- luk ki, iki sene o filme baş koyuyorsun. Avrupa’daki fonlar, iletişimler, yazarlar, destekler, buradaki bakanlıktan destek- ler, bir takım parasız ya da çok düşük ekonomiyle bir takım ekipleri organize etmeye çalışmalar, çok uzun sürelere yayılmış bir film çekim süreci vesaire. Bizimki daha ticari yönü. Bu ikisini bir arada yapmak gibi bir durum söz konu- su değil bence. En azından ben becere- mem diyebiliyorum. P: Zaten hem öyle sanatsal bir iş yap- tığınızda hem de daha eğlence sek- törüne yöneldiğinizde bu bir kafa karışıklığı da yaratıyor. Tarzınızın hangisi olduğu yönünde düşünüyor toplum da. T.S: Evet, yani bizim alternatif deneme- lerimiz de var ama çok kolay olmuyor tutturmak. 69 P: Toplum olarak da çok hazır deği- liz gibi böyle sanatsal ürünler izleyip yorumlamaya. Sanat dergileri yeni yeni artmaya başladı, festivaller daha çok konuşulur hâle geldi. Bundan 5-6 sene öncesine baktığımızda da görü- yoruz ki bu, şu an patlayan bir durum aslında. T.S: Evet, ama yine de baktığımızda sayı olarak kitle içinde çok küçük. 70 milyonluk nüfusta 18 yaş üstü diyelim 40 milyonun üstünde insan olsa, bu 40 milyonluk kişinin içinde sanıyorum 2000 civarı kişiden bahsediyoruz. Bile- mediniz 3000 kişi. Biz sinema istatistik- lerine de bakıyoruz mesela, genelde hep aynı 250.000 kişi sinema biletini üreti- yor. Yani onun dışında bir kere gidiyor insanlar, çok büyük bir film çıktığında. P: Peki sizce televizyonun bunda bir etkisi var mı? Bugün baktığımızda sanki şu var ki eskiden televizyonu açtığımızda daha çok filmlerle veya kaliteli dizilerle karşılaşıyorduk. Şimdi ise daha çok zamanı geçirmeye yönelik programlarla dolmuş durum- da. Bu da etkiliyor olabilir mi? T.S: Tabii, televizyon öyle bir şey. Çok fazla üretim var. Bu kadar zamanda bu kadar çok üretimin hepsini kaliteli yapmak mümkün değil. Bence sektö- rün sorunu bu, hızlı bir tüketim var. Fakat geçmişte şunu da gördük ki, za- ten Türkiye’de sinema sektörü diye bir şey kalmamıştı 70’lerden sonra. Sinema diye bir şey yoktu, sektör kalmamıştı. O yüzden televizyonun olumlu bir etkisi oldu tam aksine. Dünyada bunun tersini söyleyebiliriz. Ama Türkiye’de yeniden o hava oluşmaya başladı, yeniden oyuncu ve yazarlar yetişmeye başladı. Bence tam aksine televizyon uzun süredir sinemayı destekleyici bir unsur, bir endüstri oldu. Ama bundan sonra nereye gider, nasıl değişir bakacağız. P: Türkiye’de oyuncuların bilinirliği de çok ön planda. Bir Amerikan yapı- mını izlediğimizde daha çok oyuncu için izlemiyoruz onu; konusu, senar- yosu için izliyoruz. Türkiye’de ise bilinen bir oyuncunun adını gördüğü- müzde “O da mı orada oynuyormuş?” ya da “O neden orada oynuyormuş?” diyoruz ve ister istemez açılıyor o televizyon. Galiba daha çok oyuncu- lar üzerinden de bir sektör oluşma- ya başladı. Siz de yaptığınız işlerde seçtiğiniz oyuncuların kim olduğuna önem veriyor musunuz? T.S: Oyuncuların oraya uymasına önem veriyorum ben. Çünkü diyelim ki çok çok ünlü birisi var, ona bir bölüm için gelip bakarlar. Sonra iş konuşuyor. Yani ben size o kadar çok örnek veririm ki, geliyor hiç beklemediğin iş sana tokadı atıp gidiyor. Ya da çok da ünlü olma- dıklarını varsaydığın birilerinin dizisi tak diye gelir, seni paketler gönderir. Benim hayatımda da bir sürü ünlüyü koyduğumuz ama yürüyemediğimiz tecrübelerim var. Tam aksine de size mesela Kavak Yelleri’ni örnek vereyim. Kavak Yelleri beş yıl sürdü ve beş yılın ilk üçü boyunca hep birinciydi, ki çok zor bir rekabetti. Ondan sonraki yıllarda da hep ilk 3’teydi. Kim vardı meşhur? Hepsi no-name. Sıfırdan, baştan aşağı. Onlarca böyle örnek verebilirim size. Aslolan hikâye, senaryo ve iyi realizas- yon. İyi realizasyon olduğunda karşılı- ğını almaya başlıyorsun. Bazı şeyler de kısmet gibi. İstediğiniz kadar her şeyi doğru yapın, oyuncu doğru görünsün, senaryo çok doğru görünsün, bazen de işin kimyası tutmaz. Bu işin ruhuyla il- gili bir şey. Tutmaz, seyirci sevmez. İçine almaz. Sonunda da seyirci karar veriyor, sevmeyince kafasına silah doğrultup iz- letmek diye bir şey yok. Bazen de kor- kup tutmaz diye baktığınız bir proje çok başarılı oluyor. Yani evdeki hesap çarşıya uymayabiliyor. P