Kendimizi
kabul
ettirebilmemiz
çok uzun sürdü
ama süreklilik
çok önemli bir
şeydi kalıcı
olabilmek
için ve biz bir
gün bile ara
vermeden
bu amaç için
çalıştık
S.K: Bu konuda yapılabilecek bir şey
yok. Çünkü insanlar bu karakteri sevi-
yor ve sevgiye hoşgörüsüzlükle yakla-
şılamaz. Ama bazen rahatsız edici ola-
biliyor. Sadece o rolümü izleyip başka
rollerimi bilmeyen, beni sadece İsmail
Abi olarak tanıyanların kafasında sa-
dece o karakterle kalmak üzücü.
P: Rollerinize çalışırken genelde aynı
metodu mu kullanırsınız?
S.K: Açıkçası belirli bir metodum
yok. Sanırım 20 yıldır hiç ara verme-
den tiyatro yapmanın verdiği kondis-
yon, bana oldukça avantaj sağlıyor bu
konuda. Bir senaryoyu okuduğumda
otomatik olarak beynim o rolü nasıl
oynamam gerektiği ile ilgili çalışıyor.
Bir karakter dağda yaşıyor diye 2 ay
dağda kalmam mesela. Ama hiç bil-
mediğim bir ortam ise minik bir göz-
lem yapabilirim belki.
P: Senaryolarınızı nasıl seçiyorsunuz?
S.K: Senaryonun ne anlattığı ile ilgile-
niyorum. Niye yapıyoruz biz bu filmi/
diziyi, bunu yaptıktan sonra ne ola-
cak, burada ne anlatılmak isteniyor,
nasıl bir mesaj taşıyor gibi s orulara
bakıyorum ilk olarak. Sonrasındaysa
senaryoyu oynayacak oyuncu kitle-
si, yönetmen, senarist gibi etmenlere
önem veriyorum.
P: Sizi hem beyaz perdede hem diziler-
de hem de tiyatrolarda izledik. Peki siz
kendinizi hangisinde daha rahat ve mut-
lu hissediyorsunuz?
S.K: Tiyatroda daha mutlu hissediyo-
rum çünkü benim mesleğim tiyatrocu-
luk. Burada bana ait bir dünya var ama
diğerlerinde bu dünya bana ait değil. Be-
nim işim tiyatro. Bana göre tiyatro çok
vefalı bir meslek. Ama tabii ki bu demek
değil ki diğerlerini sevmiyorum. Gerçek-
ten çok keyif aldığım dizi ve filmlerde
bulundum ve yine de bulunmak isterim.
P : Sizin tam bir deniz aşığı olduğunuzu
duyduk, bir deniz adam. Peki bu deniz
aşkı nereden geliyor?
S.K: Ben İzmit’te doğdum ve büyüdüm.
Belki de bu yüzden denize karşı her za-
man büyük bir tutkum oldu. Bu tutku
bana öğretilen dünya ile daha da pekişti.
Sadece bir hayal gibiydi başlarda ama
15-20 yıldır dalgıcım ve her boş anımda
denizdeyim. Hayalim, amacım bu: Deni-
zin altında olmak. Orada herkesten, her
şeyden bağımsızım. Bir kayanın altından
kavgalı olduğun bir şey çıkmıyor. Orada
balıklarla dolu bir evren var çünkü ve bu
çok güzel bir duygu.
P: Deniz kendinizi dinlemek için gittiği-
niz bir yer midir o halde?
S.K: Mutlu olduğum ve hiçbir şey dü-
şünmediğim bir yer. İçinde bulunmak-
tan en çok mutlu olduğum alan.
P: Leyla ile Mecnun’un alışılageldik bir
Türk dizisi olmamasına rağmen feno-
men olmasının nedeni sizce nedir?
S.K: Birçok etken var burada.
Onur’un çekiyor olması, Burak’ın
yazıyor olması, oyuncu kitlesi vb.
Belki de televizyonculuk mantığı
ile ilerlemiyor olmasındandır ya da
o zamanda reyting kaygısı bulun-
mayan TRT’de yayınlanmış olma-
sındandır. Çünkü normalde hiçbir
kanal bu dizin arkasında 10 bölüm
bile durmazdı. Bizim şansımızdı
yani bu. Uzun zamanda bir olan bir
denk gelmeydi. Umuyorum ki ileri-
de bir başka ekibe de böyle bir şey
denk gelir.
P: Sizce internet dizileri özgür ya-
pımların bir öncüsü müdür?
S.K: Evet, bence özgür yapımlara
ulaştırabilir. Televizyonda asla fır-
sat bulamayacak düşük bütçeli kısa
diziler/filmler için güzel bir yapım.
Yeni yetenekler için de oldukça gü-
zel bir şans.
P: Oyunculuk yapmasaydınız ne
yapmak isterdiniz?
S.K: Müzikle uğraşmak isterdim.
P: Leyla the Band sizce tekrar hayata
dönebilir mi?
S.K: Bu çok zor. Çünkü hepimiz
şu an farklı işlerle uğraşıyoruz ve
bir arada çok zor bulunuyoruz. O
zamansa hep aynı alandaydık ve
bu çok spontane bir şekilde ge-
lişti bizim için. Leyla the Band’in
tekrar hayata dönmesi, Leyla ile
Mecnun’un tekrardan çekilmesi ka-
dar zor bir şey. P
69