olmazsa ayrık olan duruma çevirirdi.
Garip yapardı. Bir yağmur garip ola-
bilirdi. Bir insan ya da… Kimsesizlik-
ten yakınıyorum, efendim. Basit bir
şekilde sadece üzüntü duyuyorum,
diyorum. Hüzün duyuyorum. Huzn
duyuyorum. Yalnızım ve olması ge-
rekenleri peşi sıra beklerken nerede
garip bir olay varsa beni bulup üzün-
tümü pekiştiriyor. Denemeler yapıyor.
Ne üzerine ne kadar parçalayabilirim.
Eksilttikçe her şey oluyorum. Başka
insanlarla, ben olanlarla birlikte yalnız
oluyorum. Yalın, sade kalıyorum. Öze
dönüp, bir olmak için çabalıyorum.
Birleştikçe ayrık oluyorum dünyadan,
her şey oldukça garipleşiyorum. Sev-
gili Kardeşim, bir cümle ne anlatma-
lıydı insanlara? Biz ne anlattığını ne
kadar düşünüyorduk? Seninle biraz
garipleşsek ne kadar güzel olurdu,
çünkü diğerleri gibi tekdüzeleştiğin
zamanlarda yakınında duruyorsun
her şeyin. Eksik olanın çok uzağına
gidelim ki gerçek olan özümüzü bula-
bilelim. Şimdi aynı anlama gelen cüm-
leleri bulalım mı?
Garip bir hüzündü her şey.
Yıllar önce bir mektup yazmaya karar
verdiğimde olması gerekenin ne oldu-
ğunu düşünüyordum. Hatırlıyorum,
bir mektup demiştim, yazacaksam;
okurken bana ilk cümleyi bağışlamalı.
Hassasiyetine iyelik eklerini dahil et-
tirmeden yazdırmalı. Şimdi memnun
bir adamım zaman zaman. Görüyo-
rum ki cümlelerin ve paragrafların di-
ziliminde sana yazılan mektuplardan
örnekler alıp, kullanıyorsun. Bir mek-
tup nasıl başlanmalı nasıl doğurulma-
lı, nasıl gelişmeli ve nasıl bitirilmeli?
Düşüncelerinin boşluğundan doğma-
lı, bu cümlenin anatomisini incele.
Sancısını hissetmelisin, yani okurken
sana fısıldananları duymalısın. İşin
en güzel yanı da, kendi çaresizliğin-
den mektubun doğması. Kim acı di-
yor çaresizliğe? Yalan. Çaresizliğin acı
olması, yalan. O sadece kendisi işte.
Bizim belki de çaresizliği anlamamız
gerekmektedir, bizim belki de hissiyat-
larımızın ne olduğunu iyice anlamamız
gerekmektedir. Bu mektup neden mi
bu kadar uzadı? Bitmesi için bir neden
arıyordum çünkü. Neden bana kızıyor-
sun, senin hiç nedenlerin olmadı mı bu
hayatta? Benim bir tane daha var artık.
Hep klişelerden bahsetmekten kaçınır-
dım oysa. Şimdi bakıyorum da sevgisiz-
liğin en büyük açıklamaları hep o en çok
kullanılan kelimelerde gizli. Bir ayrılık
tarihine daha tanık oldu bu mektup.
Bu mektup çok şanslı çünkü, sahipsiz
olmak için kanatlarını kaldıracak. Sana
güzel günlerden bahsetmek isterdim.
Sana bahardan bahsetmek isterdim.
Öteki mahallelerde otursak da sizin ora-
da da mimozalar dökülüyordur sarı sarı,
dalların gölgelerine.
Sevgili Kardeşim, sana canımın acımaya-
cağı şeylerden bahsetmek isterdim ama
bu ne mümkün? Bir haramı yaşıyorum,
hayat gibi. Bir sunulmayanı yaşıyorum.
Güzellikleri matlaşmış bir gökyüzünü
yaşıyorum, oysa kimseler parlak hayal-
leri yaşarken. Sana Türkiye Kadar Bir
Çiçek, betimlemesini bırakıyorum. Bir
coğrafya, adı bozkır olan. Bırakıyorum
her şeyi, hiç benim olmamış bir nefes
gibi, sahibine düşman bir mermi gibi,
bırakıyorum. Unutmak taşını bağrımda
gezdirmek için. Bir nedeni var artık bu
mektubun.
Bu sabah yüksekliğinden erken akan bir
çağlayan gibi uyanmak düşüyle yaşadım,
unutmak düşüyle yaşadım. İnsan kimi
zaman bir gerçeğe, bir olasılığa inandı-
ğında pek tabii, hayaller pek mümkün.
Çünkü olasılıklar her zaman gerçekleri
doğurmaz mesela, mesela umudun ola-
sılığı vardır, mesela aşkın olasılığı vardır;
çünkü yaşamak için bir sebep sunarlar
sana. Peki biz neden inanmadık mutlu-
luğa? Çünkü avuçlarımıza gölgelerden
başka düşen bir şey olmadı. Çünkü bir
hevesimiz vardı, inançlara dair. Yanaşa-
mıyorduk çünkü insanlara ve insanları
sevmiyo