Perspective 36 A2018-3196-PerspectiveSayi36-DUSUK | Page 69

ihtiyaç duyup, temelim olmadan bir anlam ifade etmeyeceğim, diyecekti. Yemendeki bir garip yerine, sen ya da ben garip olsak ne kadar ifadelerimiz suratlarımıza yansıyabilirdi. Yağmur garip yağsa mesela; yoksun bir halde mi yağıyor demeliyim. Yitirilmiş yani garip, yani yitik; ama eksik olma du- rumuyla değil, çoğu zaman koparılmış olma durumuyla. Her şey, diyorum her şey. Fazlasına ihtiyaç duymadan, birkaç saniyede okunup geçilecek bir cümle mi olmalıydı yoksa bu metinle birlikte git gide, her şey, dediğimizde bir hüzün ile mi tamamlanmalıydı? Sadece bir hüzün yeterli olmayacaktır. Garibi eksik edersek yağmurun düz yağdığını söyleriz, oysa yamuk yağ- dığı için, olması gerekenin uzağında olduğu için garip oluyordu. Hüzün nasıl garip olabilirdi peki? Yine alışıl- mışın dışında olma durumuyla mı ka- bul edilenleri kabul etmediği için mi? Biz ona bu ismi verdiğimiz için mi? Ne yani kelimelerin kendi kaderleri yok muydu? Bir ansıma halinde, garip bir hüzündü her şey, demenin tam za- manı oluyor işte. Anımsama değil, an değil, anın yansıması değil. Otogarda duruyorsun ve ansıyorsun. Hatırlamı- yorsun. Bir paragrafın içinde kaybola- cak bir cümle gibi oluyor. Olay zinciri dikkatini çekiyor, bütün bir metnin o cümle üzerine kurulduğunu görüyor- sun. “Bir” yani tek olan, sıfır olmayan. Ebediyeti sıfat haline getirmiş. Var ile yok arasında seçim yapmayan. “Bir,” yani “her şey” cümle aynı anlamı taşı- yan iki kelime taşıyor. Gidiyordu biri. Giden kişi, sende bir olu- yordu. Anımsı- yordun, hüzne dönüşüyordu. Saniyede değil, daha azı, çok daha azı. Garip bir hüzündü, mantıklı geliyor, ku- lağa tırmanmaya çalışıyor. Neden? Biz, hüzne, ne diyoruz? Yanlış giden bir şey var. İnsanın doğasına uymayan ve insa- nı eksilten. En belirgin ihtiyaçlarımızı karşılamayınca, mesela yiyecek bir simit olmayınca; işte hüzün. Soğuk, keskin yani keskin bir soğuk; yine, bir, keli- mesi. Dışardasın ve banklar var. Bazısı çam ağacından yapılmış, kafanı koyu- yorsun. Pıtır pıtır yağan yağmur sonra, garip oluyorsun. Sıcak bir ev hayaliyle titriyorsun; işte hüzün. Yani, hüzündü her şey, demek istiyorsun. Her şey, di- yorsun. Basit bir sınav şimdi senin her şeyin. Aslında hiçbir amaç olmadan her sabah kalkıyorsun. Eğer gece ge- lecek kaygısını zihnine taşımamışsan, ben nasıl para kazanacağım, deme- mişsen… Ki insanız hepimiz. Biriz. Yatakta bedenin sızlayıp, durduk yere kalbin gümbür gümbür atmaya baş- lamamışsa, istemsizce gözlerinden yaş gelmiyorsa, bir yumruk bedenini sıkmıyorsa, sakince uyuyorsun. Sa- bah dershaneye gidip kendini teslim ediyorsun. Eksiksin çünkü bilmi- yorsun. Türk Edebiyatı’ndan kimler geçti, türev nedir ve coğrafya sadece dağlardan mı ibarettir? Magnezyuma isim vermediklerinden önce biz bil- miyor muyduk yani? Dinamik vardı ve her şey etki ve tepkiden ibaretti. Etki ve tepki ise garipti çünkü anla- mıyorduk bir türlü, ezberliyorduk. Ezberliyorsun. Oysa insan kendini nasıl ezberleyecekti? Zihnin haritası- nı çıkarttığında sağda solda denizler yoktu ve sonu hep aynı yani ölüm, yani bir. Sen yok olmayı biliyordun, sıfırı. Sana bu öğretildi. Yok olmazsan hiçbir şeyi başaramazsın, dediler. Sıfır ne, dedik biz de. Birimize sordular bu soruları hepimiz cevapladık. Kimlik savaşları çerçevesinde her şeye cevap yetiştirmeye çalıştık. Bütün cevaplar her zaman, birdeydi. Hiçbir zaman ce- vapların hepsini alamadık. Gidiyordu biri. Giden kişi sende bir oluyordu. Ansıyordun, hüzne dönüşüyordu. Sa- niyede değil, daha azı, çok daha azı. Mesafeler artıyordu, hayalleri yetiş- tirmeye çalışıyordun. Eksiliyordun. Bir ansıma senin her şeyin oluyordu. Günün hüzün oluyordu. Günün her 65