Arslan Karadayı
“Geçti bu demde cihandan, Pir-i Mimaran
Sinan…”
Ademoğlu Dünya sürgününe geleli beridir,
bir imar bir hilafet bir sancak mücadelesi
ile geçiyor şu devrandan. Kâh inşa ederek
kâh ihmal ederek; kâh ihya ederek kâh
imha ederek…
Anadolu. Nasreddin Hoca misal, dünyanın
merkez adresini buram buram dolduran
tınılar.
Bir ucunda İran illeri. Bir ucu Balkanlar…
Şu yukarıda Karadeniz, aşağıda Akdeniz,
Kızıldeniz… Beyrut, Kâhire, Mekke, Sudan,
Libya, Tunus, Cezayir… Halep, Bağdat,
Musul, Şam sonra… Edirne… Ama en çok
İstanbul. Aziz İstanbul.
İnsan, dağların kabul etmediği
sorumluluğun vebali ile geziyor
coğrafyayı. Yürüyor ezelden ebede.
an.. Bir an’lık hikâye olup geçiyor
yurda.
bir
bu
Bir
asıl
İşte kimilerinin hikâyesi destan oluyor bu
diyar-ı hane’de. Taşı gül ile buluşturup
çinide aşk imar ediyor. Adem’in Dünya
hâlinde derin izler bırakıp, nişaneler
koyuyor.
Sinan… Sultan’ı Yavuz olan Selim devrinde
Kayseri’den davet üzerinde davetle
nasibine teslim bir kader çizgisi. O çizgi ki,
asırlar sonra şairlerin kaleminden
mürekkep olup akıyor. Acemi oğlan
Ocağı’nda bir Sinan. Henüz 22 yaşında.
Dülgerliği öğrenip devrin başarılı ve
kıdemli mimarları ile çalışmak nasip olan
Sinan. Gittiği her yerde gönlü ile izleyen.
Gören. Gördüğünü okuyan, O ilk emir
aşkına… İstihkam komutanlıkları, imar
sorumlulukları…
Sinan oluyor da erkek çocuklar. Mimar
Sinan ancak böyle oluyor. Mimar olmak
üzere gelmiş bir Sinan olmak gerekiyor. Ne
her mimar, Sinan olabiliyor ne de her
Sinan’dan mimar çıkıyor.
28