Natura May- June 2014 | Page 21

Kutsallığın mimarisi Can Çinici ve Zeynep Mennan’ın birlikte hayata geçirdikleri Ahmet Taner Kışlalı mezarı günümüzde unutulmuş bir tipolojinin mimari gücünü gözler önüne seriyor. D ini mimari ve bu mimari kategori bünyesinde yer alan ‘mezarlık’ mimarisi diğer dini yapılar gibi Türkiye coğrafyasında üzerinde mimari dinamikler olarak fazla çalışılmadan, bir nevi kutsal olarak kabul edilip, prototipe uygun inşa edilen yapılar... Bu coğrafyadaki mezarlık mimarisinin en dikkat çekici ürünleri anıt mezarlar yani türbeler üzerinden şekilleniyor. Selçuklu döneminde çoğunluğu kesme taştan, konik çatılı, çift cidarlı kümbetler göze çarparken, Osmanlı döneminde gelişkin kubbe mimarisinin de etkisiyle, sekizgen ya da kare planlı, kubbe ile örtülü, önü zaman zaman revaklı anıt mezarlar karşımıza çıkıyor. Batılılaşma dönemi sonrası mimari kurgu değişmemekle beraber, bezemede farklılıklar ortaya çıkıyor. Anıt mezarlar dışındaki mezar taşları ise kişinin kimliğini ifade etmek açısından, mezar taşlarının üstüne türban gibi başlıklar konularak yapılıyordu. Kadınların mezar taşları genellikle çiçek motifleriyle süslenerek ifade ediliyordu. Modern Türkiye döneminde mezarlık mimarisi göz ardı ediliyordu, mermer kütleler ve mezar taşları sadeleşmekle birlikte, form olarak herhangi bir değişikliğe uğramamış, adeta tasarım dışı kalmıştır. 1999 senesinde bombalı bir saldırı sonucu hayatını kaybeden Türkiye’nin önemli düşünür, yazar ve siyasetçilerinden Ahmet Taner Kışlalı’nın mezar tasarımını 2001 senesinde gerçekleştiren Can Çinici ve Zeynep Mennan’ın ifadeleri de mezar yapımındaki tasarım ve düşünsel yapı yoksunluğuna dikkat çekiyor: “Bugün çokça uygulanan şekliyle mezar yapımı, kendi projesini mimarlık içinde üretmeyen ve mermer ustalarının yeniden üretimlerinin aynılığı içinde kendiliğinden biçimlenen bir iş. Mezar projesi ise, varlıksal bir sorgulamayı içermediğinde, estetik boyutunda kısılıp kalan, dahası -ikonik temsile izin vermeyen bir dinsel sistemin fakir bıraktığı simgesel repertuar içinde - kendisini yeniden üretmekte zorlanan bir proje.” Bugün de günümüz Türkiye’sinde en büyük mimari tartışmalar cami ve türevleri olan ‘kutsal’ yapıların çevresinde yer alıyor. Bunun ana sebeplerinden biri cami gibi tipolojiler üzerine toplumsal olarak yeni fikirlere kapalılık. Bunu yıkan ve cami tipolojisine yeni bir perspektif kazandıran projelerin başında hiç kuşkusuz Behruz Çinici ve Can Çinici’nin birlikte tasarladıkları, 1990 senesinde inşası tamamlanan, I n the history of modern architecture in Turkey important examples of religious buildings and funerary architecture as a category of religious or “sacred” architecture were few in number as they were not favored as a building typology in the Turkish Republican period. When needed religious buildings were based on Ottoman architectural prototypes. These historical models were especially prevalent in the design of funerary architecture for gravestones, mausoleums and tombs. Intriguingly these historical models in funerary architecture up to the 20th century can also be counted as some of the most important examples in Turkey’s long history of architecture. During the Seljuk period there were many examples of tombs with double conical roofs and hewn stone cupolas. Advances in dome architecture continued in the Ottoman period with octagonal or square planned tombs covered with a single dome and usually with a portico emerging as a part of classical Ottoman architecture in the 16th century. Although the architectural plan and planning schemes for funerary gravestones and buildings did not change after the Ottoman Westernization starting in the 18th century a new ornamental language was accepted. Tombs and gravestones usually expressed the deceased identity by sculpting a marble turban on top of the gravestone to indicate their position or profession. Additionally, the tombstones of women were often FV6