Kutsallığın mimarisi
Can Çinici ve Zeynep Mennan’ın birlikte hayata geçirdikleri Ahmet Taner Kışlalı
mezarı günümüzde unutulmuş bir tipolojinin mimari gücünü gözler önüne seriyor.
D
ini mimari ve bu mimari kategori bünyesinde
yer alan ‘mezarlık’ mimarisi diğer dini
yapılar gibi Türkiye coğrafyasında üzerinde
mimari dinamikler olarak fazla çalışılmadan,
bir nevi kutsal olarak kabul edilip, prototipe
uygun inşa edilen yapılar... Bu coğrafyadaki mezarlık
mimarisinin en dikkat çekici ürünleri anıt mezarlar
yani türbeler üzerinden şekilleniyor. Selçuklu
döneminde çoğunluğu kesme taştan, konik çatılı, çift
cidarlı kümbetler göze çarparken, Osmanlı döneminde
gelişkin kubbe mimarisinin de etkisiyle, sekizgen ya
da kare planlı, kubbe ile örtülü, önü zaman zaman
revaklı anıt mezarlar karşımıza çıkıyor. Batılılaşma
dönemi sonrası mimari kurgu değişmemekle beraber,
bezemede farklılıklar ortaya çıkıyor. Anıt mezarlar
dışındaki mezar taşları ise kişinin kimliğini ifade
etmek açısından, mezar taşlarının üstüne türban gibi
başlıklar konularak yapılıyordu. Kadınların mezar
taşları genellikle çiçek motifleriyle süslenerek ifade
ediliyordu. Modern Türkiye döneminde mezarlık
mimarisi göz ardı ediliyordu, mermer kütleler ve
mezar taşları sadeleşmekle birlikte, form olarak
herhangi bir değişikliğe uğramamış, adeta tasarım
dışı kalmıştır.
1999 senesinde bombalı bir saldırı sonucu hayatını
kaybeden Türkiye’nin önemli düşünür, yazar ve
siyasetçilerinden Ahmet Taner Kışlalı’nın mezar
tasarımını 2001 senesinde gerçekleştiren Can Çinici ve
Zeynep Mennan’ın ifadeleri de mezar yapımındaki
tasarım ve düşünsel yapı yoksunluğuna dikkat
çekiyor: “Bugün çokça uygulanan şekliyle mezar
yapımı, kendi projesini mimarlık içinde üretmeyen
ve mermer ustalarının yeniden üretimlerinin aynılığı
içinde kendiliğinden biçimlenen bir iş. Mezar projesi
ise, varlıksal bir sorgulamayı içermediğinde, estetik
boyutunda kısılıp kalan, dahası -ikonik temsile izin
vermeyen bir dinsel sistemin fakir bıraktığı simgesel
repertuar içinde - kendisini yeniden üretmekte
zorlanan bir proje.”
Bugün de günümüz Türkiye’sinde en büyük mimari
tartışmalar cami ve türevleri olan ‘kutsal’ yapıların
çevresinde yer alıyor. Bunun ana sebeplerinden biri
cami gibi tipolojiler üzerine toplumsal olarak yeni
fikirlere kapalılık. Bunu yıkan ve cami tipolojisine
yeni bir perspektif kazandıran projelerin başında
hiç kuşkusuz Behruz Çinici ve Can Çinici’nin birlikte
tasarladıkları, 1990 senesinde inşası tamamlanan,
I
n the history of modern architecture in Turkey important examples of
religious buildings and funerary architecture as a category of religious
or “sacred” architecture were few in number as they were not favored
as a building typology in the Turkish Republican period. When needed
religious buildings were based on Ottoman architectural prototypes.
These historical models were especially prevalent in the design of funerary
architecture for gravestones, mausoleums and tombs. Intriguingly these
historical models in funerary architecture up to the 20th century can also
be counted as some of the most important examples in Turkey’s long
history of architecture.
During the Seljuk period there were many examples of tombs with double
conical roofs and hewn stone cupolas. Advances in dome architecture
continued in the Ottoman period with octagonal or square planned tombs
covered with a single dome and usually with a portico emerging as a part of
classical Ottoman architecture in the 16th century. Although the architectural
plan and planning schemes for funerary gravestones and buildings did
not change after the Ottoman Westernization starting in the 18th century
a new ornamental language was accepted. Tombs and gravestones usually
expressed the deceased identity by sculpting a marble turban on top of
the gravestone to indicate their position or profession. Additionally, the
tombstones of women were often FV6