Kaybolan Defterler / zine 8.Sayı: Masal | Page 56

“ Kitabın Ecza Kışı isminin “ Çünkü kısa sustuklarımızın uzun kışından geçip / lanetli bir yılı birlikte yürüdük ”… “ şarkılar , vedalar , akşamüstleri ve elvedalar / bu gezdiğim soğuk sırtlar ”… ” Kış başlıyor / Hadi Ekmeğe Uzan / Kuş Doyuracağız ” … ” Bu kış , kabuk görmez yara gibi kaldı , bekledi , açıldı , açılıyor hâlâ içimde ” … ” Kış başladı / Başladı yüzümün eczasız kışı / Bir sırla uyumam lazım bu uzun rüyada .” dizelerinden de anlaşılacağı gibi şair kitap boyunca yaşadığı çağı , içsel durumunu ecza arayan katıksız bir kışa benzetiyor . Yer yer bu ecza arayışı su ve kavramlarının iyileştirici , arındırıcı , yenileyici etkisi ile buluşurken , suyun katı hali “ buz ” kış kavramının içinde pek yer almıyor . Kitabın ilk şiirlerinden Kül İsyanından “ Denizler gri dalgalanır geceye doğru / Yaylım ateşleri ve sabit kış / Bu dalgalardan soruluyor ” dizelerinin tamamlayıcısı olan “ Kimse sebep sormasın diye / Bulutlara bir hüküm astım ” uzak bir bağlantı olarak yer alsa da içsel kışın soğuk , ürkütücü , yalnız hali suya pek sızmıyor .
“ Su geldi , oraya sızdı , kuyuya / Kuyularda infilak .” dizelerinde su her ne kadar kuyunun bileşenlerinden olsa da sızma haliyle kuyunun infilak etmesine sebep oluyor . Çocuk şiirinde geçen bu dizeler “ Betonların sıvanmış gözünde duran nadir baharlarından ” … “ Sus olduğumuz sokak bombalandı , / İnsan durup insanı keserdi ortasından , eti sevdik / Dünya … Bir ucu dışarıda , içerisi kanlı dünya ” dizeleri ile birlikte okunursa son dönemde yaşadığımız toplumsal olaylara da bir gönderme niteliği taşıyor . Kitap da çocuk kavramı hem bu şiirde hem de Memleket İltihabı şiirinde “ Şu mülteci mahallesi , güzel çocuklar kızlar / Birinin ağzında yüz yılı yakacak zehir var , söyleyemiyor / Biri utanıyor , biri korkmuş , başkası duymuş ” dizelerinde toplumsal bir yergiye ulaşıyor . Bu kanlı savaşlar çağının getirdiği yıkım ve yozlaşma ensest ve pedofilinin yaygınlaşması , mültecilik kavramları ile iç içe geçerken şairin çocuk kavramı tüm bu kötücül şeylerin karşısında temiz ve saf olana özlem duyma halinden çok bir çaresizlik olarak göze çarpıyor . Dünyayı yakıp yıkan kapitalist paylaşımın karşısında korunmaya muhtaç olan bizlerin ruh hali bir çocuğunkinden pek de farklı değil . Oğulcan ’ ın bu yaklaşımının eksik kalan yanı ise içsel kışından çıkıp dışsal – toplumsal kışa dönüp saptamalarını değiştirecek olanaklardan yoksun oluşu . Haliyle bu noktada toplumsal izleklere sahip olsa da Marksist bir açıdan günümüz şairinin insan hassasiyetinin ötesine geçemiyor . Özellikle sosyalist bloğun yenilgisinin ardından yaşanan tarihsel süreç , küreselleşme ile birlikte hemen hemen herkesin bu tür duyarlılıklar edinmesine sebep oldu . Savaşların asıl sahiplerinin bile sık sık tekrarladığı “ barış ” “ insan hakları ” gibi insani değerlerin altı boşaltıldı . Günümüz şairinin toplumsal izleklerinde oldukça geniş bir yer tutsa da bu kavramlar teorik bilincin yoksunluğu ile parlak birer hassasiyet dizesi olmaktan öteye geçemiyor . Bu da şiirin toplumsal işlevinin bu çağda arkasında koca bir boşluk bırakmasına sebep .
“ Toprağında durduğumuz suyu az odalarda / Altını bellediğimiz memlekette uyuduk ”
İnsan belirli bir coğrafya da belirli bir kültürün içine doğar . Doğduğu toprak parçası , dili , kültürü onun evi aynı zamanda yaşantısını devam ettirdiği yerdir . Şair burada diğer insanlardan ayrılır yaşadığı topraklara duyarlı olsa da şairlerin vatanı bütün yeryüzüdür , şairin memleketi üzerinde insanın , kültürlerin , dillerin olduğu her yerdir . Cengiz Aytmatov ’ un “ Her yazar bir milletin çocuğudur ve o milletin hayatını anlatmak , eserlerini kendi milli gelenek ve törelerini kaynak alarak zenginleştirmek zorundadır . Benim ilk olarak yapmaya çalıştığım , kendi milletimin geleneklerini ve hayatını anlatmaktır . Fakat orada kaldığınız takdirde bir yere varamazsınız . Edebiyatın milli hayatı ve gelenekleri anlatmanın ötesinde de hedefleri vardır . Yazar , ufkunu milli olanın ötesine doğru genişletmek ve evrensel olana ulaştırmak için gayret göstermek durumundadır . İyi yazar “ tipik insan ” ortaya koyma ustalığına erişen yazardır .” derken dikkati çektiği konu da buydu . “ Altını bellediğimiz memleket ” dizesinde ilk akla gelen memleketin altının oyulduğu olsa da altın kelimesi ile vurgulanan yeraltı madenlerinin çıkarılırken kapitalizmin doğayı hiçe saydığını da imleyen ikinci bir anlam olarak düşünülebilir .
Divan şiirinde su kavramının sevgilinin güzelliğini , ona ulaşamama acısını anlatmak için de kullanıldığını belirtmiştik . “ Bana gelince / Çehrene dokundum da su gibi dağıldı ellerim / Susturdum herkesi , eski bir yarıktan sızdım ömrüne / Ben geldim / İki yakan arasındayım artık ” sevgilinin güzelliği karşısında ona dokununca ellerin su gibi dağılıp , yayılarak iki yakası arasında şairi bir denize çevirmiş . Su psikolojik açıdan temiz ve saflığın da simgesi , hayatın ilk maddesi olduğuna göre aşkın ilk hali su olma halidir . İnsan bu saf ve temiz halde durur , aşkını değiştirip dönüştürür belki onu bir okyanusa
50