MUHACERET
—
H AT İ C E T O S U N
Traktörün girdiği her kaviste bir avuç toprak daha dökülüyordu bacaklarının arasından derisini ardın-
da bıraktığı yola. Motorun sesine eşlik eden inlemeler ve ağıtlar birer hırıltıya dönüşmeye başlamıştı
etraflarını saran toz bulutuyla. İlerledikçe ufka yaklaşan damlar Türkçe ders kitabından işledikleri bir
metnin resmini anımsatır olmuştu. Birbirine omuz vermiş dağların kahverengisine yığılmış beyazlıklar,
tek tük tüten bacalar, bu bacaları kendine siper etmiş ve ucu görünmeyen koruluk…
Bir başka kaviste cebindeki ağırlığı hissetti. O yabancı çığlıktan hemen önce Narin’den aldığı, bileğinin
hakkı ile aldığı, beş parlak misketi. Tüm hafta onları kestirmişti gözüne. Babasının bir uzun yol dönüşü
Narin’e getirdiği beş parlak misketi. Ne caka satmıştı ama Narin hem okulda hem mahallede. Tenef-
füslere çıkarken şöyle bir bakış fırlatmıştı omzunun üzerinden cebindeki ağırlığın gücüne dayanarak.
Okul çıkışı oyun için yoldan çevirenlere önce avuçlarını açtırmış sonra da feri gitmiş misketlerine
dudak bükmüştü. O ise uzaktan uzağa izlemişti onu. Her akşam yatsı vakti çıkmadan kendi misketleri
ile antrenman yapmıştı evde. Antrenman kelimesini ilk kez cümle içinde kullanıyordu. Geçen hafta
beden eğitimi dersinde Aslı Öğretmen bastıra bastıra söylemişti bu sert sessizleri yersiz birleştiren
kelimeyi: “Bu takıma girmek istiyorsan antrenmanlara devam etmek zorundasın Kaderciğim.”
Saçları belinde, tırnakları hep parlak, kaşlarının şekli annesininkine hiç benzemeyen, hep koşup hiç
ter kokmayan, her ders başka bir eşofman takımı ile derse gelen Aslı Öğretmen bilmiyordu ki antren-
manlar akşam ezanında bitiyordu. Ve okulun çok amaçlı salonundan çıkıp evine varana dek babası
sofraya bağdaş kurmuş oluyordu. Sonra da sininin denge noktasında kuru soğan yerine buklelerinden
akan umudu kırılıyordu. O yüzden son bir haftadır her akşam yatsı vakti çıkmadan, babası yatsıdan
dönüp de “Söndür ışığı!” demeden, Narin’in o beş parlak misketini ütmek için antrenman yapıyordu
Kader.
Bu bir haftalık çalışmanın sonunda, Cuma günü sabah, bir düelloya hazır olduğunu mırıldandı kendine
ayna önünde dolaşmış saçlarını ıslattığı tarağı ile açarken. Düello kelimesini de ilk kez cümle içinde
kullanıyordu. Kenan, Narin için Yılmaz’ı okulun arkasındaki arsaya çağırırken duymuştu bu iki sesli
harfin yan yana geldiği İtalyan kökenli kelimeyi: “Okul çıkışı arsada düelloya var mısın? Kaybeden hem
sapanından hem de Narin’den vazgeçer!”
Evin kapısını kapatırken kararlıydı Kader. Narin artık fazla olmaya başlamıştı. Önce Kenan şimdi de
beş parlak misket… Mahallede sahip olduğu yeri yavaş yavaş elinden alıyordu. Cebindeki misket yığı-
nını sıktı ve okulun bahçe kapısında beklemeye başladı. Birazdan bir motosiklet sesi patladı köşeden,
geliyordu Narin babası ile. Çakıl taşlarını etrafa saçarak yavaşladı motosiklet ve Narin babasının ardın-
dan çakıllara atladı. Saatine baktı Kader, dersin başlamasına yedi dakika vardı. Yine çakıl taşlarını et-
rafa saçarak uzaklaştı motosiklet. Narin okulun bahçe kapısından girmek üzereydi ki Kader’in çelmesi
ile buluştu. Hırsla ardına savurdu iki yana dökülmüş kurdeleli örmelerini. Kader, omzu üzerinden bir
gülümseme ile cebindeki misket yığınını şakırdattı: “Okul çıkışı arsada düelloya var mısın? Kaybeden
hem misketlerinden hem de Kenan’dan vazgeçer!”
Narin’in yanıtını beklemeden sınıfta aldı soluğu Kader. Kalbi kulağında atıyordu. Aslı Öğretmenin dedi-
ğine göre nabzı yükselmişti. Duvardaki camı çatlamış milangaz eşantiyonu saate baktı. Dersin başla-
masına dört dakika vardı. Yanılmıyorsa bahçe kapısından sınıfın kapısına kadar olan kısım iki yüz elli
üç adımdı. Ve Kader bu mesafeyi tahmini iki dakikada gelmişti. “Al sana antrenman!” der gibi camdan
bahçeye bir derin nefes fırlattı.
Narin sınıfa girdiğinde bir kırkırdama dalgalandı ön sıralarda ve ilerledikçe gülüşmelere, alaylara bı-
raktı yerini. Okulun ilk gününden bu yana bacaklarından eksik etmediği sarıpapatyalı muz çorabının
tam diz kapağı hizasında iki kırmızı lale peydah olmuştu. Kader’in düello çağrısını diz kabaklarına
iliştirdiği al laleler ile kabul etti Narin. Sırasına geçmeden evvel kurdelesi bolarmış örmeleri ile “Okul
çıkışı arsada!” diyerek. Peydah kelimesini ilk kez cümle içinde kullanıyordu Kader. Bir akşamüzeri
annesinin sarımsak almak için gönderdiği komşu Rukiye, dul Rukiye, teyzesinin avlusuna girerken
duymuştu: “Bu soysuzlar da mahallemizde ne ara peydah oldu bilmem!”
28
7.Sayı
Göç