İSKELE
—
MECİT SELÇUK
Olmadı işte, yine olmadı!
Yazdıklarım yine para etmemiş, çarşıdaki ya-
zıhaneden eve doğru giden dünyanın en uzun
ve en kasvetli yolunu yürüyecektim. Sabah çı-
karken ağzıma attığım iki tane zeytinle ayak-
ta durduğumu dahi umursamamış, acıktığımı
unutmuştum. -Evet bu size gülünç gelecek
belki ama her sabah kahvaltısını dakik olarak
yapan biri için çok büyük bir sıkıntıdır bu- Kendi
kendime konuşarak yine aynı yolu tutturup aynı
mesafeyi, kendime kızışımın ifadesi olan o her
zamanki iç çekişlerimle kat etmeye başladım.
Yazdıklarımın tamamını okuduklarından bile
şüpheliyim dedim adımlarımı atarken. Acaba bu
kez neyini beğenmediler? Her defasında gerek-
çelerini belirtirken bu kez sadece ‘’maalesef’’
demekle yetindiler ve sanki bana özel olarak
yaptırdıklarını düşündüğüm o ‘’meşhur kapıyı’’
kibarca gösterdiler.
Kafamın içerisinde, beni en rahatsız edecek yere
çöreklenen ayrı soru ile söylene söylene yolu
yarılamıştım neredeyse. Sabah tam takır olmak
için giyindiğim, kırışmasın diye doğru düzgün
oturmayıp pencere önünde ayakta beklediğim
ütülü, kahverengi takım elbisemin pantolonu-
na bulaşan çamuru temizlemek için kaldırımın
kenarında durmuştum. Çok iyi ama gereksiz
ayrıntılarla konuşarak beni boğan Celal’i gör-
düm. Sırtı bana dönük, karşısında yüzünü tam
göremediğimden kim olduğunu kestiremediğim
birine yine heyecanlı ve telaşlı halde bir şey-
ler anlatıyordu. Sol eli cebinde, sağ eli izmarite
dönüşmeye yakın sigara ile havada asılı, sanki
anlattığı şeyin resmini çizer gibi konuşuyordu.
En iyisi hiç görünmeden yolun kuzeybatısına
düşen asfaltı hala dökülmemiş sokağa sapıp
kaybolmaktı. ‘’Aman Muzaffer! böyle bir günde
Celal hiç çekilmezdi, çarçabuk sıyrılmaya bak
26
GÖRSEL: ALVARO CASTAGNET
7.Sayı
Göç