İçimdeki dünyanın delik deşikliği, kafamın içinde yaşayacak tek noktamın bile kalmayışı tehcir ettir-
mişti beni içimdeki ülkeden. Ve “Nereyi gezsem Yunanistan yaralar beni” diyen Seferis gibi, nerede iyot
kokusunu aldıysan, nereye kıyın varsa oradan gitmenin en çok tahrip ettiğini bildim böylece. Ve yine,
Ege’ye aşık Seferis gibi, ne geldiği yerde durabilmiş, ne de gittiği yerde barındırılmış, kilometrelerce
yürüdükten sonra ülkesine geri döndüğünde nehrin kenarından diğer yakaya el sallamış bir adamın
ümidiyle topraklarıma sarılmak, yaralarımı sarmak istiyordum.
Yaşam, nehrin diğer tarafında öylece duruyor ve bana bakıyor gibi. Ben ise, ona bağırıp, beni terk et-
memesini, beklemesini söylüyorum. Yüzme bilmiyor, karşıya geçemiyorum. Suya atlamalı, yüzebilme-
liyim oysa. En azından denemeli ve gerekirse boğulmalıyım. Olması gerekenlerden hiçbirini yapacak
imkanınız yoksa, hikayenin sonuna geçersiniz. Eğer hayatı yaşayamıyorsanız bu hayattan çıkarsınız.
Ancak ölümü tercih etmek ile yaşamaktan vazgeçmek aynı şey değildir. Yaşamdan vazgeçmek, hayata
tekrar dahil olma umudunu uzaklarında olsa dahi taşırken;ölüm, hayata karşı kesin çözümdür. Ben
ise ölümden korkuyorum. Ölümden korkuyorum çünkü yaşamaya bu kadar yaklaşmışken yok olmak,
ardımda kalan o güzel yaşamı hiç var olmadan gökyüzüne uçuracak, bulutlara karıştıracak. Masmavi
su, yemyeşil otlar ile aynı karede görebildiğim bir yaşam beni meraklandırıyor, kendisini yaşama işta-
hımı arttırıyor. Nehrin benim olduğum tarafı harap olmuş, parçalanmış, bombalanmış bir yer iken katil
sıfatım ile insanların beni karşıya geçireceğini biliyordum. İnsanlar, kendilerine benzeyenlere yardım
ederlerdi bir tek çünkü. O da bazen. İnsan sıfatını taşıdıkları için, insan olma eğilimi de paramparça
edilmiş şehirlerden birilerini kurtarmayı destekler. İçlerinde insan gibi hissettikleri için değil, bunca yıl
insan diye nitelendirildikleri için. Tıpkı neyi neden sevdiklerini bilmedikleri gibi, neyi neden yaşadık-
larını da bilmiyorlar. Bir çiçeğe yıllar boyu çiçek denildiği için onu çiçek diye söyleyen, kelimeyi his-
setmeyen, papatyaları insanlık tarihi boyunca süre gelen çiçek sevgisi yüzünden, içgüdüsel ve ezbere
seven bir tür varlık topluluğuydu bunlar. Ancak onlarda olup bende olmayan bir şey vardı:Yaşam. Kendi
hayatım için onlara, yanılgılar ve yalnızca görüntüler dolu sığ dünyalarından bahsetmeyecek, onlar gibi
davranmaya devam edecektim. Ta ki beni karşıya geçirene kadar.
Karşıya geçtiğimde ise, ölüme biraz daha yaklaşacağım. Eğer bir hayatınız varsa, ölüm kusursuz bir son
oluyor. Tanrı iyi bir senarist. Beklemeye değer bir nedeniniz oluyor. Araf, bir karanlıktan çok, sonsuz
olmasından dolayı ölümü hatırlatıyor. Ve ben, ölümden çok araftan korktuğumu anlıyorum. Böyle ya-
şamak, yaşamak değilken, gerçek bir hayat yaşama fikri, arafın tam ortasına dikilmiş bir deniz feneri
oluyor, periyodik olarak umut ettiriyor bana. Kevgire dönmüş beynimi, çürümüş ruhumu, uyuşan par-
mak uçlarımı canlandırabileceğim hissine kapılıyorum. Tiyatro oyunlarında küçük rolleri için de olsa
heyecanla bekleyen oyuncular gibi, akılda kalmayacak, belki de metinden çoktan silinmiş bir karakter
olmaya devam edeceğim. Yitip gidecek olmasına rağmen, söyleyeceğim birkaç kelimenin de olsa kah-
ramanı olacağımı düşünmek beni gülümsetiyor. Deniz feneri dönmeye devam ediyor.
21