GÖÇ
RİSALESİ
—
MİMAR SİNAN TERCAN
İnsansın, insanın göçünü seyrediyorsun. Her gün, her an, her saniye. Havanın neminden bile etrafa,
birilerinin göçünde harlanmış yorgun bir nefesin kokusu saçılıyor. Mesela bir pencereyi açıyorsun bir
yerlerde, bir başka pencereden savrulan elveda sisi odaya dolmaya başlıyor. Merdivenlerden inerken
yahut, yahut öylece dururken bir köşe başında; bir başka insandan kaçan bir başkasının dalgın göçüyle
çarpışıyorsun. Etrafa anılar saçılıyor. Etrafa sinelere mıhlanmış, iyi düşünülmüş, bir ağacın kovuğunda
yıllarca demlenmiş usta katiller, kelimeler saçılıyor. Kıvrımları bilmem kaç kişinin retinasına nakşedil-
miş şuh bir kadının usulen severek katlettiği bir oğlan çocuğunun, son nefesinde annesinin avuçlarında
kalan gür saçları ve yeni tellemiş bıyıkları saçılıyor.
Göç oldu bir acıdan öbür acıya
Oysa sağrısı kurumamıştı atımızın
Ahmet Telli
Şehirler kıyamete doğru büyümüş ve garibin ahı bilmem hangi gökdelenin temeline katık edilmişken;
yıldızlarını yitirmiş bir gecenin altındasın. Kalabalıkta yürüyorsun. İnsanlar yürüyor, insanlar çok hızlı
yürüyor. Kiminin düşleri çoktan bir sahil kasabasına iltica etmiş, kimisi her akşam eve diye çıkıp; far-
kında olmadan köyüne dönüşünün toyuna doğru koşturuyor. Senin değilse de ceplerinin o eve varışı
elzem. Günler geçiyor, kış korkaklığının üzerine doğru tehditkâr yürüyor. Bu kez sen de herkes gibi,
kendine göçüyorsun.
Göçen, yerleşen bir şey değil
Herkes kaçışandı yalnızlıktan
Kadınlar erkeklerle idi, yalnızlıktan
Herkes herkesle idi yalnızlıktan...
Turgut Uyar
Belki bir şiir okuyorsun, kadehinde gövdeli bir şarap ve elinde bir sevda dilekçesiyle 1 , sırtını Anadolu’da
bir dağa yaslamış türkü yakıyorsun belki. Fikrinse, yârinin kahverengi çeşnisine zapt olunmuş. Sen yine
de susmakta ayak diretiyorsun. Ama birden gök çığlıklarla yarılıyor. Modigliani‘nin kadınlarına nispet
eden upuzun boyunları ve eşkıya alınlarıyla, parlak geniş kanatlı bir turna katarı; sırtına bir ozanın ga-
mını yüklenmiş bağıra çağıra göçüyor.
Garip turna bizi senden sorana
Şimdi bir yavruya kuldur diyesin
Aşkın zincirini takmış boynuna
Devr içinde Mecnun oldur diyesin
Gevheri
Ellerini bağlamış Allah’a bakıyorsun bir sabah. Dizlerinin bağı çözülmüş. Annenin rahmine tekrar kıv-
rılmışsın. Zihninin bir köşesinde Tatar Çölü’nde 2 nöbet bekleyen bir asker duruyor, bir köşesinde pey-
gamber develeri insan insan sana bakıyor. Belki sana bir Heidegger denemez ama kahir ekseriyetle bir
kitabın arasında unutmuşsun yaşamayı. Bundan kaçmak içinse artık çok geç. Derken sabahın keskin
ayazı, yükseklerden yayılan boğuk bir sese eyer vurmuş, kamçılaya kamçılaya kulaklarına doğru sürü-
yor. Bu ses kafanın içine vardığında, mavilikte gizlenmiş olan sismik gerçeği tüylerini ürperterek sinsice
beyaza indirgiyor. Göçeceksin! Bak kimler gidiyor, sen de gideceksin!
Kalmadı ümidin soluk ve cılız
Işığında bereket.
Ve ölüm, kapımda kişner, sabırsız
Bir at oldu nihayet.
C. S. Tarancı
1- Metin Altıok / Gerekçe
2- Dino Buzzati’nin 1940 tarihinde yayımlanmış olan romanı.
19