JR. by Campaign | Page 45

FILM Tesadüfi bir uzay üçlemesi Arka arkaya vizyona girmiş üç bilim kurgu filmi, üçünün de teması uzay… Ancak tesadüf eseri sıralanmış bu filmler, konuya farklı yaklaşımlarıyla ayrı ayrı hafızalara kazınmayı başarıyor. S on üç yıla dikkatli bir şekilde baktığımızda bilim kurgu sinemasında benzerlik taşıyan filmlerin vizyona girdiğini görmek mümkün. Filmler her ne kadar birbirlerinden farklı konuları ele alsa da uzay teması itibarıyla filmlerin birbirleriyle karşılaştırıldığı bir ortamın içinde bulunuyoruz. Halbuki bu filmlerin ilki vizyona girdiği sırada ikinci film çekim aşamasında, üçüncü filmin uyarlandığı aynı adlı kitap da çoktan raflarda yerini almış vaziyetteydi. Yani durum aslında bir tesadüften fazlası değil. Ama Hollywood sinemasının uzay dekorunu çok sevdiği de aşikar. Ben de bu sayıda, söz konusu filmler arasındaki farklılıklarla beraber konuyu ele alma biçimlerini karşılaştırarak sizlere sunmayı planlıyorum. Bahsettiğim filmlerse tahmin edebileceğiniz gibi sırasıyla Gravity / Yerçekimi (2013), Interstellar / Yıldızlararası (2014) ve The Martian / Marslı (2015). Gravity / Yerçekimi “Children of Men / Son Umut” (2006) ile bilim kurgu başyapıtına imza atan Alfonso Cuarón’un En İyi Yönetmen dahil olmak üzere 7 dalda Oscar kazanan başyapıtı “Yerçekimi”, dışardan bakıldığında bilim kurgu gibi gözükse de aslında bir uzay draması olarak tanımlanabilecek özelliklere sahipti. Üst metinde Kessler Sendromu yüzünden uzay boşluğuna sürüklenen Dr. Ryan Stone (Sandra Bullock) ile astronot Matt Kowalski’nin (George Clooney) yaşam savaşına çarpıcı bir şekilde tanıklık ettiğimiz filmin asıl vurucu tarafı kuşkusuz alt metinde bir insanın dünyaya gelmesinin alegorisiydi. Bu metaforun açık bir şekilde görülmemesi doğal olarak filmin zaman zaman oldukça basit ve klişe olarak tanımlanmasına neden oldu; fakat Cuarón’un her sahnesinde adeta şov yaptığı filmde ünlü yönetmenin bu metaforu seyirciye açık bir şekilde açıklamaya çalışmak yerine sembolizm yaparak seyirciye hissettirmesi filmin en büyük artılarındandı bana kalırsa. Aynı bir embriyo gibi gittikçe büyüyen Stone’un anne karnına yerleşmesinin alegorisinin karakterin uzay aracına girmesiyle yapıldığı, uzay aracına girdikten hemen sonra giysilerini çıkarmaya başlayan karakterin yerçekimi bulunmayan bu ortamda yavaşça cenin pozisyonunu aldığını farketmemek neredeyse imkansızdı. İşin güzel tarafı ise Cuarón’un Stone’un göbek kısmında bulunan ipi de adeta bir göbek bağı gibi resmederek her şeyi daha açık bir hale getirmesiydi. Stone’un kokpiti aynı bir bebek gibi tekmelemesi, bir ara korktuğu için anne diye haykırması ve “dünyaya geldiği”nde aynı yeni doğmuş bir bebek gibi ilk başlarda nefes alamaması, açıkçası bu durumu fazlasıyla açık bir hale getirmişti. Öte yandan, kendini feda ettiği sırada göğe yükselen Clooney’in karakterinin Kowalski’nin İsa figürü görevi gördüğü söylenebilir. Tüm bu alt metnin yanında 15 dakikalık kesintisiz çekimle kendine hayran ederek başlayan filmin görüntü yönetiminden ses efektlerine kadar kalite kokan teknik yönlerini unutmamak lazım. Yönet Y[