FILM
Tesadüfi bir uzay üçlemesi
Arka arkaya vizyona girmiş üç bilim kurgu filmi, üçünün
de teması uzay… Ancak tesadüf eseri sıralanmış bu
filmler, konuya farklı yaklaşımlarıyla ayrı ayrı hafızalara
kazınmayı başarıyor.
S
on üç yıla dikkatli bir şekilde
baktığımızda bilim kurgu
sinemasında benzerlik taşıyan
filmlerin vizyona girdiğini görmek
mümkün. Filmler her ne kadar
birbirlerinden farklı konuları ele alsa
da uzay teması itibarıyla filmlerin
birbirleriyle karşılaştırıldığı bir ortamın içinde
bulunuyoruz. Halbuki bu filmlerin ilki vizyona girdiği
sırada ikinci film çekim aşamasında, üçüncü filmin
uyarlandığı aynı adlı kitap da çoktan raflarda yerini
almış vaziyetteydi. Yani durum aslında bir tesadüften
fazlası değil. Ama Hollywood sinemasının uzay
dekorunu çok sevdiği de aşikar. Ben de bu sayıda, söz
konusu filmler arasındaki farklılıklarla beraber
konuyu ele alma biçimlerini karşılaştırarak sizlere
sunmayı planlıyorum. Bahsettiğim filmlerse tahmin
edebileceğiniz gibi sırasıyla Gravity / Yerçekimi (2013),
Interstellar / Yıldızlararası (2014) ve The Martian /
Marslı (2015).
Gravity / Yerçekimi
“Children of Men / Son Umut” (2006) ile bilim kurgu
başyapıtına imza atan Alfonso Cuarón’un En İyi
Yönetmen dahil olmak üzere 7 dalda Oscar kazanan
başyapıtı “Yerçekimi”, dışardan bakıldığında bilim
kurgu gibi gözükse de aslında bir uzay draması olarak
tanımlanabilecek özelliklere sahipti. Üst metinde
Kessler Sendromu yüzünden uzay boşluğuna
sürüklenen Dr. Ryan Stone (Sandra Bullock) ile
astronot Matt Kowalski’nin (George Clooney) yaşam
savaşına çarpıcı bir şekilde tanıklık ettiğimiz filmin
asıl vurucu tarafı kuşkusuz alt metinde bir insanın
dünyaya gelmesinin alegorisiydi. Bu metaforun açık bir
şekilde görülmemesi doğal olarak filmin zaman zaman
oldukça basit ve klişe olarak tanımlanmasına neden
oldu; fakat Cuarón’un her sahnesinde adeta şov yaptığı
filmde ünlü yönetmenin bu metaforu seyirciye açık bir
şekilde açıklamaya çalışmak yerine sembolizm yaparak
seyirciye hissettirmesi filmin en büyük artılarındandı
bana kalırsa. Aynı bir embriyo gibi gittikçe büyüyen
Stone’un anne karnına yerleşmesinin alegorisinin
karakterin uzay aracına girmesiyle yapıldığı, uzay
aracına girdikten hemen sonra giysilerini çıkarmaya
başlayan karakterin yerçekimi bulunmayan bu
ortamda yavaşça cenin pozisyonunu aldığını
farketmemek neredeyse imkansızdı. İşin güzel tarafı
ise Cuarón’un Stone’un göbek kısmında bulunan ipi de
adeta bir göbek bağı gibi resmederek her şeyi daha açık
bir hale getirmesiydi. Stone’un kokpiti aynı bir bebek
gibi tekmelemesi, bir ara korktuğu için anne diye
haykırması ve “dünyaya geldiği”nde aynı yeni doğmuş
bir bebek gibi ilk başlarda nefes alamaması, açıkçası bu
durumu fazlasıyla açık bir hale getirmişti. Öte yandan,
kendini feda ettiği sırada göğe yükselen Clooney’in
karakterinin Kowalski’nin İsa figürü görevi gördüğü
söylenebilir. Tüm bu alt metnin yanında 15 dakikalık
kesintisiz çekimle kendine hayran ederek başlayan
filmin görüntü yönetiminden ses efektlerine kadar
kalite kokan teknik yönlerini unutmamak lazım.
Yönet Y[