den rahatsızlık duymuyorlardı. Arendt,
bu durumu şöyle anlatıyordu: “Üçüncü
Reich koşulları altında sadece ‘istisnala-
rın’, ‘normal’ tepkiler göstermesi bekle-
nebilirdi”.
Peki ya sisteme hiç girmeyip de sessiz
kalanların durumu ne olacaktı? Bu tür
“kötü”, “kirli” ve “yoz” sistemin için-
de kötülük ve yolsuzluk yapmayanların
suçu veya sorumluluğu ne olacaktı? El-
bette böyle bir düzende sistemin kötü,
kirli ve yoz gereklerini yerine getirmeyen,
suç işleyenlere yardım etmeyen, hatta
üstlerinin emirlerini yerine getirmeyenle-
re suçsuz diyebileceğiz. Fakat yaşanan-
lardan sorumsuz değillerdir. Bu enfekte
olmuş sistemin devamı buna uyanlar
yüzünden olmaktadır. İtaatsizlik ve pasif
direnme bu sistemin altüst olması için
yeterli olacaktır.
Çoğu soykırım suçlusu veya şahidi olan
Alman’ın yaptığı savunma “Bir şeyler
yapmamıza imkan yoktu”, “Eğer itaat
etmezsek sistemin bir sonraki kurbanı
biz olurduk” veya “Seyirci kalmak zo-
rundaydık” olmuştur. Elbette bu kısmen
doğrudur fakat tersi durumlar da çok
ender olsa da yaşanmıştır. Buna verile-
cek en güzel örnek Rosenstrasse Sokağı
direnişidir.
1943 yılına kadar Alman Yahudilerinin
karma evlilik yapmışları toplama veya
imha kamplarına gönderilmiyordu. Tam
bu yılda özellikle müttefik güçlerinin
bombardımanı artınca Nazi Partisi’nin
önde gelenleri, başta Goebbels olmak
üzere son kalan Alman Yahudilerini
de kamplara yollamaya karar verdiler.
Goebbels çok sevdiği liderine yaşgü-
nünde Yahudilerden arınmış bir Berlin
hediye etmek amacındaydı. Hiçbir uyarı
yapmadan fabrikalarda zorunlu olarak
çalışan Alman Yahudilerini SS’ler top-
lamaya başladılar. Toplama kamplarına
gönderilmeden önce Berlin’de geçici
bir toplama merkezine bırakıldılar. Bu
sırada Almanya’da kalmış olan bütün
Yahudileri de aynı merkezde topladılar.
10.000 Berlinli Yahudi’den 8000’i top-
lanmıştı. Aryan Almanlarla evlilik yap-
mış yaklaşık 2000 Yahudi ise ayrı olarak
Rosenstrasse’de Yahudi cemaatine ait
bir binaya götürüldüler. İşte o sırada hiç
beklenmedik bir şey oldu. Hiç itiraz sesi
yükselmeden korkunç planlarını uygu-
layacağını düşünen Nazilerin karşısı-
na tutukluların eşleri ve çocukları çıktı.
Meydanda toplanmaya başlayan kala-
balık eşlerinin geri verilmesini istiyordu.
Yüzlerce kadın akrabaları ile toplanmış
“eşlerimizi bize verin” diye ortalığı inleti-
yorlardı. SS’ler şaşkınlığa düştüler. İşgal
ÇOĞU SOYKIRIM SUÇLUSU VEY A ŞAHIDI OLAN ALMAN’IN
YAPTIĞI SAVUNMA “BIR ŞEYLER YAPMAMIZA IMKAN YOKTU”,
OLMUŞTUR. ELBETTE BU KISMEN DOĞRUDUR FAKAT TERSI
DURUMLAR DA ÇOK ENDER OLSA DA YAŞANMIŞTIR. EN GÜZEL
ÖRNEKLERDEN BIRI DE, ROSENSTRASSE SOKAĞI DIRENIŞIDIR.
ettikleri yerlerde soykırımın iğrenç plan-
larını uygularken mağdurların sessizliği-
ne alışkın olan Naziler bu kararlı kala-
balık karşısında ne yapacağını şaşırdı.
Gestapo kadınları üzerlerine ateş etmek-
le tehdit etti. Hatta kadınlara nişan bile
aldılar. Fakat direnişçi kadınlar geri adım
atmadı. Soğuğa rağmen dimdik ayakta
durdular. Goebbels ne yapacağını şa-
şırmıştı. Alman halkının da protestocu-
lara desteği artmaktaydı. Bunun üzerine
beklenen emir geldi. Kapılar açıldı ve eş-
ler yoğun direnişleri sayesinde kocaları-
na kavuştular. Savaşın sonuna kadar da,
Naziler karma evlilik yapmış Yahudi er-
kelerine dokunmaya cesaret edemediler.
BİLİŞSEL ÇELİŞKİLERİMİZ VAR
İş dünyası da benzer şekilde sadece işi-
ni yapma, patronların emirlerini dinleme
ve sadece daha fazla para kazanabilmek
için yolsuzluk yoluna sapanların hikaye-
leri ile dolu değil mi? Enron’u düşünelim;
Enron 67 milyar dolar zararla batarken,
şirketin denetim ve danışmanlık işlerini
yürüten Arthur Andersen de bu yolsuz-
luk hikayesinin bir parçası olmuştu. Bu
kadar büyük şirketlerin yolsuzluk ve do-
landırıcılığa meyilli kişiler tarafından ba-
tırılmış olduğuna inanmak oldukça güç-
tür. Binlerce çalışan aslında sadece işini
yaptığını düşünürken saptıkları etik dışı
uygulamaların büyüklüğünü fark etme-
mişti bile. Hatta birçok çalışan yapılan
yasal olmayan ve etik dışı faaliyetleri fark
etmiş fakat bunu ifşa etmemiş ve sessiz
kalmıştı.
İnsanlık tarihinde birçok kez rastladığı-
mız, “sadece işimi yapıyordum”, “emir-
leri yerine getiriyordum” gibi savunma
mekanizmaları ile ortaya çıkan durumu
Bilişsel Çelişki Teorisi ile açıklayabili-
yoruz. Bilişsel Çelişki teorisi, davranış-
larımızın ve düşüncelerimizin tutumla-
rımızın uyumlu olması gerekliliğinden
yola çıkar. Davranış ve düşüncelerimiz
ile çelişkiye düştüğümüzde gerekçelen-
dirmeyle (justification) çelişkiyi ortadan
kaldırır ve iç uyumu sağlarız. Bu sayede
yolsuzluk yaparken de, kırmızı ışıkta ge-
çerken de, hatta soykırımın bir parçası
olduğunda bile insanlık yaptıklarına bir
mazeret üretebilir. Kendisini sadece bü-
yük bir mekanizmanın ufak bir dişlisi
olarak görüp yapılan tüm kötülüklerden
47