INmagazine Sayı 7 (Temmuz, Ağustos, Eylül) | Page 12

GÖ R Ü Ş Hangi kamu kurumu yöneticilerine ne için rüşvet diye bakarsak; satın alma, ihale işlerine bakanlar %57, gümrük %12 ilk iki sırada. Belirlenebilen ve kendilerine yakıştırdıkları rüşvet tutarı 3 milyar dolar! 10 ARKALARINDA TANKLAR, HAVAN TOPLARI, YERLERINDEN YURTLARINDAN EDILEN MILYONLARCA INSAN, ÇOLUK ÇOCUK TÜRKIYE’NIN SINIR KAPISINA DAYANDIĞINDA ŞU ANDA AVRUPA ÜLKELERININ YAPTIĞI GIBI,“BIZ SIZI ISTEMIYORUZ” ŞEKLINDE BIR TUTUM DA SERGILEYEBILIRDIK. PEKI BU BIZE YAKIŞIR MIYDI? ler. Uygun bir dille de bu kararın gerekçelerini iletir. Ne zamanki bu talepten vazgeçilir, P&G aynı yatırımı oraya yapar. 22 Ağustos 2016 tarihli China Daily bloğundaki ilk yazının başlığı; “Çin’de rüşvet olayları tırmanışta”… (1) 1999-2013 yılları arasında çok uluslu şirketlerin yerel hükümetlerle rüşvet ilişkisini inceleyen bir OECD raporu durumu daha dehşet verici rakamlarla önümüze getiriyor! Washington Post’un bu konuyla ilgili haberinde ise durum trajikomik bir başlıkla kamuoyuna sunuluyor: “11 tabloda çok uluslu şirketler yerel hükümetlere nasıl rüşvet veriyorlar” (2) Rapordan çarpıcı bilgiler; OECD belirtilen yıllar arasında tespit edilen 86 ülkede 427 olayı mercek altına alıyor. Rüşvete karışanların %60’ı büyük şirketler. En yoğun; madencilik, inşaat, ulaşım-depolama, enformasyon ve iletişim teknolojilerinde masaaltı ilişkiler yoğunlaşıyor. Üst düzey yöneticilerin %50’si ya işin içinde ya da işlerden haberdar! Rüşvetin %80’i kamu kontrolündeki kurumların yöneticilerine yönelik… Ama şu veri daha enteresan: %7 devletin başındakine gidiyor! SAAT KAÇ? Siyaset yaşamı tabii ki rüşvetin aurasında. Örneğin, ülkemizde küresel bir şirkete “tarım arazisinde üretim yapabilsin” diye “özel kanun” çıkartalı çok olmadı! Zarraf’ın siyasetçilerle tefrika haline gelen ilişkileri malum. “Saat kaç” günlük yaşamın espri çerezi oldu. Tarih kitaplarının içinde pek sık rastladığımız başlıklardan biri: Osmanlı’yı yıkan hastalık rüşvet ve yolsuzluk… Sadece ülkemizde değil dünya siyasetinde sergilenen rüşveti o kadar kanıksadık ki, şaşırmıyoruz. Bunların hepsinin altını eşelediğimizde tarafların hiçbiri masa altından dönen ilişkilerin kendilerine yakışıp yakışmadığı meselesi ile kafa yormuyor. Ne kadar yakıştığı ise banka hesapları ile ilişkili! Ancak bir de siyasetin sosyal gündeminin içindeki konular var. Örneğin; Suriyeli mültecilerle ilgili yoğun bir krizin içinden geçiyoruz. Arkalarında tanklar, havan topları, yerlerinden yurtlarından edilen milyonlarca insan, çoluk çocuk Türkiye’nin sınır kapısına dayandığında şu anda Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi, “biz sizi istemiyoruz” şeklinde bir tutum da sergileyebilirdik. Onları Esad’ın paralı askerleri karşısında ölüme terk edebilirdik. “Ne haliniz varsa görün bu bizim savaşımız değil” de diyebilirdik. Bu “bize yakışır mıydı?” Avrupa Topluluğu ve ABD ise mülteciler sorununu önce görmezden gelmeye çalıştı. Kapılarına dayanınca göstermelik kamplarda kolaycılığa kaçıldı ama aslında sınırlara jiletli tel örgüler yapmak için zaman kazanıldı. Sonra da Türkiye’ye, “Bize bunları gönderme, parası neyse verelim” dendi. Bu da, Avrupa’nın yere göğe sığdıramadıkları insan hakları, demokrasi ve yüksek idealleri adına kendine yakışıp yakışmadığı tartışmalı tutumu. Oysa, tam yüz yıl önce Petroleum’un kuruluş süreci sırasında Osmanlıların ortadan kaldırılması ve petrol sahalarının güvence altına alınmasının bir parçası olarak “o gün icat edilen” devletlerin çöllerde odun parçaları ile çizilen sınırların iflasıdır bugünkü mülteci krizi. Bunun başrol oyuncuları