INmagazine Sayı: 3 (Temmuz - Ağustos - Eylül) | Page 50

PRİZMA 48 Müşteri kavramı doğası itibarıyla genellikle iş dünyası bakımından ele alınır ya da algılanır ama aslında bizler yani her bir birey veya vatandaş bir yerde devletimizin müşterileriyiz. Aynı zamanda hatırlayalım ki, devlet-vatandaş/müşteri ilişkisine bir sözleşme olarak da bakmak mümkün olduğu gibi; şirket-vatandaş/çalışan ilişkisinde de yine ortada bir birlikte çalışma akdi vardır. Bu açıdan bakarsak vatandaş/müşteri ya da vatandaş/çalışan olarak sorumluluklarımızı yerine getirdiğimizde karşılığında bazı beklentilerimizin olması doğal öyle değil mi? Örneğin, bir vatandaş/müşteri olarak dolaylı ya da dolaysız vergimizi ödüyorsak, seçimlerde oyumuzu kullanıyorsak ve genel olarak da toplumun gelenek ve görenekleri kadar hukuk sistemi içinde üzerimize düşeni yapıyorsak, devletimizden ve de toplumdan istemlerimiz olacaktır çok doğal olarak. Peki devletimizden vatandaş/müşteri olarak neler isteyebiliriz? Birlikte bu sorunun yanıtını kısaca bir düşünelim. Birincisi güvenlik ve bu sadece dış güvenliği değil, toplumsal güvenliği de kapsayacaktır. İkinci olarak düzgün işleyen bir hukuk çerçevesi içinde her türlü hakkımızın koruma altına alınması. Bu haklar neler olabilir? Örneğin; insan hakları, bireysel özgürlüklerimizin korunması, mal edinme özgürlüğü vb. Üçüncü isteğimiz altyapı olabilir. Devletimizden düzgün işleyen bir sosyal güvenlik, sağlık ve eğitim sistemi talep ederiz. Vatandaş/müşteri olarak tüm bunlara ve başka şeylere hakkımız var. Aynı şekilde nasıl vatandaş/çalışan olarak şirketimize karşı sorumluluklarımızı yerine getiriyorsak, işimizi en doğru şekilde ve zamanında yapıp, şirketimizin başarısına aktif katkıda bulunuyorsak, buna bağlı olarak ondan doğal beklentilerimiz de vardır. Şirketimizden vatandaş/çalışan olarak neler isteyebiliriz diye kısaca düşünürsek, sorumuzun yanıtı hepimizce malum. Kariyerimize uygun, ilerlemeye müsait ve saygın bir iş ortamı, iyi koşullar içeren bir mali çerçeve ve sosyal haklar, başarının ve sadakatin ödüllendirilmesi vb. birçok şey söylenebilir. VATANDAŞ NE İSTER? Yine vatandaş/müşteriye geri dönersek, devletin gücü ve inandırıcılığı vatandaş/ müşteri bakımından son derece önemlidir. Hiç kimse güvenmediği biriyle ikinci bir iş ortaklığına girmek istemez doğal olarak. Ancak vatandaş/müşteri için bağlayıcı bazı DEVLETLER, VATANDAŞ/ MÜŞTERININ AIDIYET DUYGUSUNU VE KENDISINE KARŞI SORUMLULUK VE HESAP VEREBILIRLIK ILKELERI ÇERÇEVESINDE HAREKET ETMELERINI BEKLEDIKLERI SOSYAL SÖZLEŞMENIN KARŞILIĞINI VERMEK ZORUNDADIRLAR. etkenler var. Bu etkenlerin en önemlisi aidiyet ve kimlik olgusu olarak kabul edilebilir. Vatandaş/müşteri bir tür marka bağımlısı gibi de algılanabilir. Kimlik konusu elbette ki son derece karmaşık ve hassas bir konudur ama sadece bir an için, marka-kimlik ilişkisini doğrusal ve basit anlamıyla kabul ederek, vatandaş/müşteriyi kendini tanımladığı markası ya da kimliğiyle ve yine buna bağlı sorumluluk ve beklentileriyle bir arada düşünmemizde fayda var. Devletler, vatandaş/müşterinin aidiyet duygusunu ve kendisine karşı sorumluluk ve hesap verebilirlik ilkeleri çerçevesinde hareket etmelerini bekledikleri sosyal sözleşmenin karşılığını vermek zorundadırlar. Peki, vatandaş ne talep eder, ne ister? Örneğin, istikrar ve hizmet ister. Vatandaş seçim zamanlarının dışında da hizmet bekler. Zaten var olan kaldırımlar defalarca yıkılıp yapılmasın; var olan asfaltların üzerine birkaç kat daha gereksiz asfalt dökülüp büyük çukurlar oluşmasın ve bir de üstüne bu kime ait olduğunu bilemediği “parlak” fikirlerin ve yatırımların gündelik hayattaki sıkıntısını çekmek zorunda kalmasın ister. Vatandaş ödediği vergi düzgün harcansın ve gerektiğinde bunun hesabı verilsin ister. Yine vatandaş sokakta rahatça yürüyebilmek ister, evinde huzurla oturabilmeyi ister. Kısacası vatandaş belirli bir yaşam kalitesinin varolmasını bekler. Bu beklentilerin yerine gelmesi için de şeffaflık, hesap verebilirlik gibi kavramların kurumsallaşması ve iyi yönetişim olgusunun doğru anlaşılması ve uygulanması gerektiği çok açık. Diğer yandan nasıl devletlerin var olması için vatandaş/müşterinin belirli bir aidiyet duygusu içinde olması ve buna göre hareket etmesi söz konusu ise, şirketler ve çalışanları için de bu durum geçerlidir. Ancak bunun olabilmesi için şirketin belirli bir gücü ve inandırıcılığının olması, belirli bir değerler sistemini temsil