INmagazine Sayı 13 | Page 43

41
Çeşmelere musluk veya burma lüle takılması ilk defa Kanuni Sultan Süleyman döneminde uygulanmaya başlandı . Daha evvel sirke , şarap gibi sıvı maddeler için kullanılan , fıçılara takılan musluklar vardı ama bunun kamusal ve herkes için eşit ve sınırsız olan bir kaynak için kullanılması yeni idi . Bu yeni sınırlamaya İstanbul halkının tepkisi hiç de sıcak olmadı : “ Merkezi otoritenin su israfını önlemek ve insan sağlığını korumak düşüncesi ile taktırdığı muslukları mahalle sakinleri kamusal hakların sınırlandıran bir araç olarak yorumladılar .”
Burada bir etik ikilem ortaya çıkmıştı . Doğal kaynakların kullanımı devlet tarafından sınırlanabilir miydi ? Halk için bu kabul edilemez bir durumdu . Su , herkesin ortak kullanımında olan ve özgürce kullanılması gereken bir ihtiyaç idi . Devletin bunun üzerinde hak iddia etmesi , sınırlaması ve hatta daha sonraları ücretlendirmesi kabul edilemezdi . Devlet için ise boşu boşuna akan ve israf olan bir kaynaktan öte değildi su ... Devletin toprakları üzerinde veya altında yer alan bir kaynak gibi elbette devlet tarafından halkın genel menfaati için kullanılabilirdi . Ekrem Işın ’ a göre “ Musluğa karşı çıkmakla , kamusal hakkın denetim altına alındığı inancı sokaktaki insanın kafasına yerleşmişti .”
Fakat bu teorik çatışmanın yanı sıra çeşmelerden hiçbir sınırlama olmadan akan su İstanbul ’ da gündelik hayatın en önemli öğelerinden olan bahçe sebzeciliği için çok büyük öneme sahipti . Muslukların belli saatlerde kapanması bu faaliyet için oldukça büyük zarara sebep olacaktı . Üstelik mahalle sakinleri bahçelerini sulamak için özel bir yol yapacak kadar zengin değillerdi ve çeşmeden taşan fazla suyu kendi kamusal haklarının bir parçası olarak kabul ediyorlardı .
Burada çok önemli bir etik sorun ortaya çıkmıştı . Daha evvel herkesin eşit olarak kullanabildiği su , artık zenginlerin daha rahat ulaşabildiği bir metaya dönüşmüştü . Bu da orta ve düşük gelirli halkın öfkesinin artmasına sebep oldu . Fakat bu durumun gerekçesi Ekrem Işın ’ a göre aşağıdaki gibi açıklanabilirdi : “ Başlangıçta zenginler kendi konaklarının yakınlarına çeşmeler yaptırıyorlar ve hem hazineyi bir külfetten kurtarıyorlar hem de halkın gözünde hayırsever insanlar oluyorlardı . Oysa İstanbul ’ un su kaynakları kısıtlıydı ve çeşmelere devletin ana şebekesinden bağlanan su , yapılan küçük tadilatlarla köşklerin özel hamamlarına aktarılıyordu .”

41