INmagazine Sayı 12 | Page 43

“ MADE IN CHINA 2025 ” Endüstri 4.0 ’ ın Çin ile rekabet yarışının bir sonucu olduğunu söylemiştik ; öyleyse bu yazıyı Endüstri 4.0 devriminin hem sebebi hem de belki de bu devrimden en çok etkilenecek taraf olan Çin ’ i ve “ Made in China 2025 ” adını verdiği karşı hamleyi tartışmadan bitiremeyiz . Önce tarihte biraz geri gidip Goldman Sachs tarafından 2006 ’ da yapılan projeksiyonu hatırlayalım . Şirket , 2025 yılında Çin ekonomisinin Amerikan ekonomisi ile neredeyse eşit büyüklüğe ulaşacağını , 2027 ’ de Çin ekonomisinin Amerikan ekonomisine eşit boyuta geleceğini ve 2050 yılında ise Amerikan ekonomisinin iki katına ulaşacağını öngörüyordu . Bu haliyle bile korkunç bir değişimi gözler önüne seren kriz öncesi tahminlerin artık bir geçerliliği kalmadı ; ( 8 ) yıl 2017 ve dengeler çoktan değişti . Çin öngörülenden bile hızlı büyüdü ve büyümeyi sürdürecek gibi görünüyor . BNP Paribas tarafından 2010 yılında yapılan bir projeksiyon , Çin ekonomisinin Amerikan ekonomisi ile aynı boyuta geleceği tarihin 2020 olduğunu söylüyor . ( 9 ) Bu yeni süper güç , bildiğimiz paradigmaları iki şekilde yıkacak : 1 ) Modern zamanda ilk defa bir süper güç , gelişmiş değil , gelişmekte olan ülkeler arasından çıkacak . 2 ) Modern zamanda ilk kez bir süper güç batıdan değil doğudan çıkacak . Bu durum dünyayı sadece ekonomik güçler dengesi bakımından değiştirecek sananlarımızın büyük bir yanılgı
içinde olduğunu düşünüyorum . Kanımca Batı dünyası , çok yakında , bir toplumun modernleşmesi ile Batılılaşması arasında kırılmaz bir bağ olduğu illüzyonundan uyanmak zorunda kalacak ; zira Çin modernleşecek ama Batılılaşmayacak . Yeri gelmişken … Batılılaşma ile menfi bir değişimi ifade etmediğimi de söylemeliyim ; yapmaya çalıştığım , bir çıkarıma ulaşmaktan çok durum tespitinden ibarettir . Batı , modernleşmenin bilim , teknoloji , rekabet ve gelişmiş para piyasaları ile mülkiyet hakkına bağlı bir kavram olduğunu düşündüğünden Çin ’ deki modernleşmenin aynı dinamiklerle oluşacağını düşünüyor ve sosyal , kültürel ve tarihsel dinamiklere gereken önemi vermiyor .
EKONOMIST MARTIN JACQUES , ÇIN ’ I ANLAMLANDIRABILMEK IÇIN ÜÇ TEMEL GERÇEĞI ANLAMAMIZ GEREKTIĞINI SÖYLÜYOR : DEVLETIN TANIMI , DEVLETIN YÖNETME BIÇIMI VE DEVLET-HALK ILIŞKISI
Çin ’ i anlamak çabasındaki bizlerin yaptığı önemli bir hata , onu Batılı bakış açımızla anlamlandırmaya çalışmaktır . Ekonomist Martin Jacques , Çin ’ i anlamlandırabilmek için üç temel gerçeği anlamamız gerektiğini söylüyor : Devletin tanımı , devletin yönetme biçimi ve devlet-halk ilişkisi . ( 10 ) Batılı devletlerin aksine Çin bir ulus devlet değil , bir uygarlık devletidir . Modern Çin tarihi M . Ö . 221 yılında Qin Hanedanı ’ nın kurulması ile başlar . Ardından gelen ve M . Ö . 206-M . S . 220 yılları arasında süren Han Hanedanı dönemi ise günümüz Çin kültürünün ve Çinli olmak kavramının oluştuğu dönemdir . Han Hanedanı zamanındaki yoğun nüfuslu yerleşim merkezleri hâlâ Çin ’ in en kalabalık nüfuslu bölgeleridir . ( 11 ) Yani Çinli olmak kavramı , Batı ’ da olduğu gibi , son birkaç yüzyılın ulus devlet anlayışından değil 2000 yıllık bir geçmişten kök alır ; adetleri , inançları , felsefeleri köklü bir kültür ve o kültürün alışkanları ile yoğrulmuştur . Devlet , Batı dünyasının anladığı bir merkezi yönetim mantığı ile çalışmaz ; son derece çoğulcu ve merkezi olmaktan uzak bir yöntemle yönetilir . Bu kadar büyük bir yüzölçümünü ve nüfusu yönetmek ancak böyle mümkündür . Dağılmanın yaşanmamasının ardındaki ana sebepse ortak uygarlık kültürüdür . Çinliler için en önemli politik değer Çin ulus devletinin değil Çin uygarlığının devamlılığıdır . Günümüz Batı devletleri , 2000 sene önceki Kutsal Roma İmparatorluğu ’ nun parçalanması ile oluştu ve bu parçalanma hâlâ sürüyor . Buna karşılık Çin , birçok farklı kökeni ortak bir uygarlık kültürünü oluşturacak şekilde birleştirmeyi seçti ve farkları anlayan ; tanıyan ve yöneten bir anlayışla kurulmuş olan bu birlik hâlâ sürüyor . Farkları yönetmeye verilebilecek en güzel örnek ise Hong Kong .
41
2000 YILDIR HİÇ SINANMAYAN GÜÇ 1997 ’ de Hong Kong , Çin yönetimine geçtiğinde Batı dünyası kısa zaman içinde her şeyin değişeceğini öngörmüştü . Bunda da haklıydı çünkü kendi geleneği gittiği yere alışkanlıklarını , kurumlarını ve yasasını götürmek ol-