Film Studio Dijital Dergi Eylül 2014 | Page 62

62 SİNEMATELEVİZYONDERGİSİ EYLÜL2014 MÜJDEIŞILSinemaYazarı ŞÜKRÜAVŞARFİLM STANDART ÜSTÜ BAŞKAN FİLMLERİ Amerikan siyasi tarihinde belli kırılma noktaları var ve bu ister istemez sinemalarına yansırken toplumu da hesaplaşmaya itiyor. John F. Kennedy suikasti, Vietnam yenilgisi ve son dönemde 11 Eylül saldırıları gibi... Amerikan başkanlarının biyografilerinden bahsederken Oliver Stone’a ayrı bir alan açmak gerek. Zira “JFK”de Kennedy’nin ‘derin Amerika’ tarafından öldürüldüğünü ispatlarken, “Nixon”da tarinin en sinir bozucu başkanlarından birini, seyircinin sinirini bozmadan perdeye getirdi; “W.”de ise George W. Bush ile hesaplaştı. 90’lardan kalan “JFK”de Jim Garrison’ın jüri üyelerine çektiği nutuk ya da “Nixon”da Kennedy resmi önündeki hesaplaşma gibi unutulmaz sahneler, kendi politik ve biyografik yapımlarımıza baktığımızda bugün bile senaryo konusunda katetmemiz gereken ne kadar uzun yolumuz olduğunu gösteriyor bize... İNGİLİZ SİNEMASI, HOLLYWOOD’A MEYDAN OKUYOR İngilizler’in efsanevi başbakanı Winston Churchill’in biyografisi hem perdeye hem de ekrana sıklıkla geldi, gelmeye de devam edecek. Churchill’in kurnaz ve savaşçı kişiliğini yansıtmaktan gurur duyan İngiliz sineması, çuvaldızı kendisine batırmayı da ihmal etmiyor. Belki üzerinden 32 yıl geçti ama İngiliz yönetmen Richard Attenborough’un kendi ülkesinin Gandhi’ye ve Hint halkına yaptığı zulmü anlattığı “Gandhi”, siyasi biyografiler denince ilk akla gelen yapımlardan biri hâlâ. İngiliz sineması özellikle son dönemde kendi siyasi karakaterlerini perdeye taşımakta adeta Hollywood’a meydan okur hale geldi. “The Queen/Kraliçe”de Kraliçe II. Elizabeth’in, gelini Diana’nın ölümü üzerine kuyruğu dik tutma çabaları; “The King’s Speech/Zoraki Kral”da Kral V. George’un kekemeliğini yenme mücadelesi; “The Iron Lady/Demir Leydi”de de Margaret Thatcher’ın sıradan bir genç kız-kudretli başbakan-sıradan bir yaşlı şeklinde özetlenebilecek hayatı anlatıldı. Bu senaryoların ortak özelliği, karakterlerini kusursuzlaş- tırarak değil, insani açıdan ele alması, zaaflarını gerçekçi şekilde yansıtabilmesi ve seyirciye ulaşamayacağı değil, özdeşleşme kurabileceği bir alan açabilmesi. Filmleri başarılı yapan bu özelikler, bizim sinemamızın eksik yönlerini de özetliyor aslında. Altın Palmiye’li, Altın Ayı’lı sinemamızın, açıklarını kapatarak siyasi/biyografik yapımlarla da dünyaya açılacağı günler, umarız, kısa sürede gelir