Film Studio Dijital Dergi Eylül 2014 | Page 16

[email protected] ÖktemBaşol Öktem Başol Bilgi Üniversitesi Sinema-TV Bölüm Başkanı Son dönemdeki Fransız filmleri Fransız sineması, son dönemlerde dış satım konusunda tamamen geriye düştüğünü, hatta oldukça marjinal bir konuma yerleştiğini fark edince, devletin yardım ve sübvansiyonlardaki tutumu da değişmeye başladı Son günlerde vizyona girmiş ya da bugünlerde girecek olan Fransız filmlerine baktığımızda hemen hepsinin komedi türünde olduğunu gözlemliyoruz. Dany Boon’un Supercondriaque (Hastalık hastası), Audrey Dana’nın senaryosunu da kendisinin yazdığı ve bir çok ünlü kadın oyuncuyu buluşturduğu Sous les jupes des filles (Homosapiens), ya da N’Importe qui (Herhangi biri), Les Garçons et Guillaume a table (Ben kendim ve annem), Qu’est-ce qu’on a fait au bon dieu (Tanrım sana ne yaptım?) gibi komedi filmleri Türkiye’de 70’li yıllardan sonra sistematik olarak azalmaya başlamış Fransız film ithalini canlandırmış görünüyor. Fransız sineması ile Amerikan sineması arasındaki dünya pazar payı kavgası, kökü neredeyse sinemanın başlangıcına dayanan bir konudur. Şu anda küçük bir çocuğa sorsanız dahi herhalde Amerikan sineması ile pazar payı anlamında mücadele edecek bir milli sinema olmadığının farkındadır. Ama Fransızlar yine de, belki de sinemayı bulan ulus olmanın getirdiği aidiyetle, ufak çapta da olsa halen mücadeleyi sürdürmeye çalışan tek ulustur. Aslında Amerikan ve Fransız sinemalarının tarihi ve entelektüel gelişimleri dahi tamamen bu çarpışma üstüne kurulmuştur. Sinemanın ilk 20 yılının dengede giden finansal mücadelesinden sonra, Amerika endüstrileşme ve sektör oluşturma konusunda arayı açınca, Fransızlar (Özellikle Pathé ve Gaumont şirketleri ile) bu maçı kazanamayacaklarını anlayarak, entellektüel anlamda daha üstün filmler yaptıklarını yaymışlar ve bu yolla pazar paylarını artırmayı hedeflemişlerdi. Son 25 yıla gelene kadar, çeşitli akımlara öncülük ederek (şiirsel gerçekçilik, yeni dalga) kendine özgü bir ekol ya- ratan Fransız sineması, son dönemlerde dış satım konusunda tamamen geriye düştüğünü, hatta oldukça marjinal bir konuma yerleştiğini fark edince, devletin yardım ve sübvansiyonlardaki tutumu da değişmeye başladı. Daha kişisel ilk filmlerin yanında, Luc Besson gibi yönetmenlerin çektiği ve dış pazarın hoşuna gidecek yüksek bütçeli yapımlar, bir yandan da özellikle polisiye ve komediyi canlandırmayı deneyen bir senarist sineması ortaya çıktı. 90’lı yılların sonunda Fransız sinemasının geldiği yer itibariyle, sektörün önemli yapımcıları ve sinema eğitmenleri senaryo konusunda Amerika’nın çok gerisinde oldukları konusunda hemfikirdiler. Bu nedenle 90’lı yıllarda onlarca özel senaryo kursu açıldı ve üniversitelerde senaryo derslerine tekrar önem verilmeye başlandı. Özellikle son on yılda, Fransız sinemasındaki bu ticari ve kültürel hareketlilik ortaya bir çok tür filmi çıkardı. O kadar ki, genellikle Fransızların en yumuşak karnı olarak bilinen korku filmlerinde dahi Alexander Aja gibi bir yönetmen ortaya çıktı ve şu anda Hollywood’daki en önemli “gore-korku” filmlerinin altında onun imzası vardır. İşte Türkiye’de son dönemlerde sıkça görmeye başladığımız Fransız polisiye, avantür, romantik komedi ve özellikle komedi filmleri bu son dönemin ürünleridir. Hem iç, hem de dış pazarda bu kadar çok sayıda komedi filmi üretmek, elbette ki bir çok sıradan ürünün ortaya çıkmasına da neden olmaktadır. Nitekim, bu tür komedilere yapılan en önemli eleşti rilerden biri, filmlerin fazla “amerikanize” olduğu, bazı örneklerin eski Fransız ruhunu kaybettiğidir. Halbuki, ülkenin sinemasında herhangi türdeki bir filmin yerel ruhu kaybetmesi biraz yapımcının yaptığı işe bakışı ve senarist ya da yönetmenin kişisel yaklaşımı ile ilgilidir. Bu kadar çok sayıda filmin yapılıyor olması sektörel devinimi artırdığı, çalışanları beslediği için verimlidir. Bir çok kötü örnek olsa da içlerinden mutlaka iyi eserlerin de çıkması kaçınılmazdır. Bunun örneklerini geçen senelerde çokça gördük. Ayrıca bu durum Fransız sinemasının yalnızca festivallerde ortaya çıkan içine kapanık yapısını yok ettiği için de olumlu sayılmalıdır. Son dönemde çıkan Fransız filmlerinden Les Garçons et Guillaume a table (Ben kendim ve annem), bu sene Fransız sinemasının en önemli ödülü olan Cesar’ın da sahibi oldu. Film Fransa’da en çok seyredilen yapıt. Filmi görün ve Türk komedileri ile karşılaştırın. Nerede farkları var?