Film Studio Dijital Dergi Ağustos 2014 | Page 16

[email protected] KeremAkça Kerem Sinema Yazarı Akça Üzerimize kara komedi yağıyor Kara komedinin temellerine gidince nasıl noktalara ulaşmak mümkün olur, çok net bir yorum yapamayız. Ama kesin bir şey var o da, suç ile komediyi bir ar aya getirmenin özellikle 90’larda popüler olduğu... Özellikle İngiliz sinemasının ‘uyuşturucu’ merkezli ‘stoner filmleri’ ve Tarantino’nun kendine özgü nostaljik karakterleri, bu alanı kalkındırdı. “Ucuz Roman”dan (“Pulp Fiction”, 1994) “Trainspotting”e (1996) kadar kara komedide kalitenin zirve yaptığı, başyapıtlar izlediğimiz bir devreyi geride bıraktık. 2000’lerde ise Amerikan bağımsız sinemasındaki ‘Tarantino’ hayranları bir tarafa, Güney Amerika sinemasında da bu konuda biçimci ürünler gördük. İngiliz sineması ise boş durmayıp yeni Boyle ve Ritchie yaratmaya soyundu. Paul McGuigan gibi tabandan bu ‘tür’e bağlanan isimler çabuk düşüşe geçerken, Edgar Wright ve Richard Ayoade gibi kendi kurallarını koyan yönetmenler iz bıraktı. Uzun lafın kısası Amerikan ve İngiliz kara komedisi diye bir gelenek oluştu. Nisan-Ağustos arasında vizyona giren 4 film, bu konuda ihtisas yapmayı hedefliyor. İşin doğrusu “Pislik” (“Filth”), Irvine Welsh’in katkısıyla, kafayı bulan, bilinçaltının esiri olan bir karakteri ele alıyor. Bipolar bozukluğu olan kirli bir polisin, seksle, riyakarlıkla mücadelesi gerçeküstücü ve uçuk karelerle resmediliyor. Welsh uyarlaması “Trainspotting”deki (1996) yaratıcı kabusların kontrolden çıkması benzeri bir süreç var. Elmore Leonard 1925’te doğup 2013 Ağustos’unda aramızdan ayrılan, Raymond Chandler’ın hakimiyet kurduğu kara filmin top dönemini yaşamış bir romancı... Onun ‘pulp western’ romanlarıyla başlayan kariyeri, daha sonrasında ‘modern suç’ oluşumunu gözden geçirdi. “Tut Şu Bücürü” (“Get Shorty”, 1994), “Jackie Brown” (1997) ve “Aşk ve Para” (“Out of Sight”, 1998) gibi suç komedilerinin Leonard imzası taşıdığı biliniyor. Hedef, hızlı akan diyaloglarla sersemletirken, hafif karikatürize karakterleri, belli suçlar çevresinde toplamak. Bu ay vizyona girecek ve benim geçen sene Toronto Film Festivali’ndeki dünya prömiyerinde izlediğim, Leonard etiketli “Belalı Rehine” (“Life of Crime”, 2013) dönemine göre biraz eski. Ama “Jackie Brown”da Samuel L. Jackson ile Robert De Niro’nun canlandırdığı Ordell Robbie ve Louis Gara’nın 15 yıl önceki rehine kaçırma suçuna, 1978’den bakıyor. ‘Rum Punch’ın yerine ‘Life of Crime’ geliyor roman olarak… Örneğin “Pislik” için Jon S. Baird ultra biçimci bir rejiyi düşünürken, burada Daniel Schechter meseleyi oyunculara bırakıp klasik dekupajla ‘Tarantino’ya yaklaşıyor. Aniston, Def, Hawkes ve Fisher döktürüyor. Nisan’da vizyona giren “Dom Hemingway” de cüretkar, “Pislik”le tek yumurta ikizi bir ‘soygun komedisi’ olarak beliriyor. İngiliz kara komedisiyle akraba, plastik sinematografiyle öne çıksa da Jude Law’un soyguncu karakterine bel bağlayan bir işe dönüşüyor. 2004 tarihli Meksika filmi “Matando Cabos”un İspanyol yeniden çevrimi “Çaylaklar Çetesi” (“¿Quién mató a Bambi?”, 2013) ise, seksin, rehine mizanseninin koşuşturmacaya ve karikatürize karakterlere yol açtığı bir İspanyol filmi. Ancak sanki para kazanma arzusunu biraz abartmış.