Ermenistan Rehberi
Vernisaj’da Bir ‘Hatalar Müzesi’
Alin Ozinian, Siyasi Analist
Vernisaj, diğer bir deyişle resim ve el sanatları
pazarı Yerevan’ın en soluk aldıran yerlerindendir.
En yorgun hissettiğiniz, umutsuzluğa kapıldığınız
anda bile pazarının içindeki küçük yürüyüş sizi
kendinize getirir. “Küçük” Ermenistan’ın kaldırı-
ma tünemiş sigara tüttüren ya da şah-mat (sat-
ranç) oynayan “Büyük” sanatçılarının eserlerini
görür, üstüne üstlük iki kelam edersiniz. El işi ya-
pan kadınlar ile hayatının zorluklarından bahse-
der, tezgah açmaya utanan sanatçıların mallarını
sergileyen satıcılara içten içe kızar “Acaba tüm
satışı hiç el sürmeden sahibine veriyor mu?” diye
kuşkulanırsınız.
Gördükleri genç Avrupalı turistler ile hala dış dün-
yanın dili sandıkları Rusça ile konuşmaya çalışan
yaşlı ustalara önce güler sonra üzülürsünüz ama
en önemlisi pazarın sonuna geldiğinizde hem tat-
min hem hayranlık duyarsınız.
Bir gün Vernisaj’ın tam arkasına düşen küçük
vitrinli bir mağaza takıldı gözüme. Üzerinde Er-
menice harfler ile “Mahpushane Sanatı” yazısını
okuduğumda gözlerime pek itimat etmedim, Ver-
nisaj yürüyüşü bile artık gündemin sıkıntısından
kurtaramıyor insanı diye düşündüm. Daha dik-
katli bakıp, Latin harfleri ile “Prison Art” yazısı-
nı görünce, büyük bir merakla mağazaya doğru
yürümeye başladım.
Üç dört metrekarelik bu mağazanın Yerevan’da
alışık olduğumuz el işi hediyelik eşya mağaza-
larından ilk görüşte hiçbir farkı yok gibi güründü.
Buranın aslında tam bir “Hatalar Müzesi” olduğu-
nu henüz anlamadığım için böyle düşünüyordum.
Yirmili yaşlardaki tezgahtar kadın “Hediye için
mi bakıyorsunuz?” dediğinde, “Cezaevindeki in-
sanlar mı yapıyor bunları?” diye soruyorum çe-
kinerek. Evet cevabını aldıktan sonra ilgimden
memnun anlatmaya başladı: “Bu dükkan 2005
yılından beri çalışıyor. Evet, şaşırmayın, sizin gibi
bilmeyen çok kişi var. Her giren şaşırıyor, ne gü-
zel diyor ama bir şey almaya çekiniyorlar. Neden
mi? Çok basit; bir mahkumun elinin değdiği,
onun yaptığı herhangi bir şeyi ne eve götürmek
ne de hediye etmeyi içlerine sindiremiyorlar.”
“Ne acı” diyorum yüksek sesle. “Siz gazeteci mi-
siniz?” diye soruyor.
78
Neden sordun, dediğimde aldığım cevap sevimsiz.
“Kadınlar içeriye ayak basmıyorlar genelde, turistler
bile, hiç hoşlanmıyorlar bu dükkandan...” diyor.
“Mahkumlara Destek” sivil toplum kuruluşunun bir
projesi olan dükkan, anlaşılacağı gibi cezaevinde
bulunan kişilerin el sanatlarını geliştirmenin yanında
onlara “dış dünya” ile bir iletişim yolu açabilmek için
tasarlanmış. Dükkanda 500-15.000 Dram ($1 -30)
arasında fiyatları değişen minik kilimler, süs eşyaları,
tespihler ve mücevher kutuları ve daha birçok hedi-
yelik eşya var.
Birlikte bu makalede adının Azaduhi (Özgür) olması-
na karar verdiğimiz genç kadın beni oturtup bir kah-
ve içmenin derdinde. Ta-
bir yerindeyse “dolmuş”,
konuşmak istiyor. Ama
ben tek tek tüm eşyalara
bakmayı sürdürüyorum.
Tam “Tanıyor musun
yapanları?” diyecekken,
otuzlu yaşların sonun-
da bir adam giriyor içeri,
elinde bir koli, yeni “mal-
ları” getiriyor anlaşılan.
Göz-kaş ile Azaduhi’ye
“Kim bu?” diyor, zarar-
sız yanıtını almış olacak
ki selamlıyor beni, hedi-
yelikleri beğenip beğen-
mediğimi soruyor. Bir iki
cümleden sonra adının
yine bu makalede Hrant
olmasına karar verdiğimiz adamın cezaevi ve mağa-
za arasındaki köprü olduğu ortaya çıkıyor. Tüm sa-
natçı mahkumları tanıyor Hrant. “Tek tek söylerim
hangisinin kimin eseri olduğunu” diyor.
Tüm kilimlerin, Ermenistan’ın tek kadın ve çocuk
cezaevi olan ve Abovyan şehrinde bulunan Abovyan
Cezaevindeki kadınlar tarafından yapıldığını söylüyor.
Karabağ desenli olanı tutuğumda “Nune yaptı onu!”
diyor. “İsimlerini söyleme hikayelerini anlat” dedi-
ğimde bilinmedik bir alemin kapısına yaklaşıyoruz.
Bu yazıya sığdıramayacağım kadar hikaye anlatıyor
Hrant. Her biri bilindik, her biri can sıkıcı, kötü ve
vahşi. Ve her biri insana ait.