136
Ermenistan Rehberi
Yüz Tane Manastır Görsen
Bıkmazsın Sonra çarklar durmuş, her şeyin üstünü gri ve kas-
vetli bir toz örtmüş.
Garni’deki antik tapınakta oğlum Arsen’le resim
çekmeye çalışıyoruz. Yaşlıca biri yanaştı, Türk-
çe duyunca hayret etmiş, Türkler de mi geliyor
buraya diye. Ağır Adana-Antep ağzıyla kusursuz
Türkçe konuşuyor. Manastırlar ve Mimari Kusursuzluklar
Hoş beş, hayat hikâyesi faslı başladı. Adanalıymış
(“ailem” demiyor: kendisi). Lübnan’da doğup büyü-
müş. Orada aile içinde hep Türkçe konuşurlarmış.
46’da kalkıp anavatandır diye buraya göçmüşler.
Üniversitede okumuş, maden mühendisi olmuş.
... Bir başkası yanımızda bitiverdi. Cüsse, bıyık,
Diyarbakır işi. Türkçe konuşmamız ilgisini çek-
miş. Kendi de Kürdistan Ermenilerindenmiş.
Zaho’luymuş. Körfez Savaşında orada işler zor-
laşınca Bağdat’a göçmüş. Sohbeti bizim Erme-
niceye çevirince iyice rahatladı. Cümle içine “ta-
mam”lar, “babo”lar karışmaya başladı.
Suvenir dükkânında car car Türkiye Ermenicesi
konuşan beş-altı kişilik bir grup; hallerinden belli,
ya Amerikalı ya Kanadalılar. Onlarla da tanıştık.
Torontolu çıktılar. North York, Don Mills, hangi
cadde, hangi sokak derken, aa! Annemin eski
apartman komşusu! Adresler alındı, selamlar
iletildi. Öğleden sonra onları da Geğard’da mum
yakarken gördük.
Goris’te kaldığımız otelin sahibine bir günde üç
manastır gezdiğimizi anlattık. Yüz tane görsen
bıkmazsın dedi. Haklı.
Ülkenin üzerinden Sovyet rejimi tank gibi geç-
miş. Bir tür medeniyet getirmişler, doğru. Her
yerde heybetli kamu binaları, düzenli sokaklar,
birörnek kolhoz köyleri yapılmış. Adım başı sos-
yalist heroizmin anıtları: saldırgan, ama en azın-
dan bizdeki betonlardan iyi. Sistem belli ki kısa
bir süre işlemiş de.
136
O tozun örtmediği yer manastırlar. Her biri bir ıssız
dağın başında, insanın tanrıyla – ya da kendi ruhuy-
la – yalnız kaldığı yerler. Dünyanın pek az yerinde
benzeri olan bir mimari kusursuzlukla inşa edilmiş-
ler. Hepsi aynı ruhun eseri, ama hiçbiri diğerinin
aynı değil. Etrafta sükûneti bozan hiçbir şey yok, ne
turist otobüsleri, ne bilet, ne levha, ne satış standı,
ne otopark ücreti, ne terbiyesizce “restorasyon” gös-
terileri. Sınırın berisindekiler gibi vahşet izleri yok,
ama Batı’nın kibar cilası ile de (henüz) kirlenmemiş-
ler. Bin yıldan beri değişmeden oradalar.
Beş günde on mu, oniki tane mi ziyaret ettik, unut-
tum. Khor Virab: Ağrı’nın tüyler ürpertici kütlesine
karşı yapayalnız; üç-beş aile gelmiş, kurbanlık ho-
roz getirmişler. Noravank: bir çalımla dağın üstün-
de dikilmiş, sarışın. Gndevank: kaç yüz yıllık ceviz
ağacının kuytusunda, yosun kaplı, büsbütün sessiz.
Datev: aşılmaz bir vadinin sonunda, sisle bulutun
karıştığı yerde. Üç tane gençten papaz, kendi başla-
rına mezmur söylüyor; tek başına bir Alman kadın,
birkaç gündür buradaymış, resim yapıyor.
Dadivank: ormanın en ıssız yeri, yanından deli bir
dere akıyor. Goşavank: kusursuz bir Karadeniz kö-
yünün kucağında, başka bir dünyaya açılan kapı.
Hağardzin: ormandaki tüm ağaçlar dilek bezleriyle
donatılmış.
Birkaç kişi mum yakmaya gelmişler, üçü Fran-
sa’dan, biri Uruguay’dan. Marmaşen: bozkırın kovu-
ğunda umulmadık bir vaha; çobanın biri koyunları
salmış, kitap okuyor. Yereruyk: daha eski çağların
anılarını taşıyan bir Asya tapınağı.
Buraların tanrısı öyle kitapla, kanunla, öğütle, ayıpla
gelen bir tanrı değil. Yer tanrısı: yerin kendisi kutsal.