ERMENISTAN REHBERI E-KITAP ERMENİSTAN REHBERİ | Page 110

Ermenistan Rehberi Antep-Halep-İstanbul-Yerevan hattında Garo’nun Aşırı Güzel Hikayesi Alin Ozinian, Siyasi Analist Bu Antep-Halep-İstanbul-Yerevan hattında Ga- ro’nun Aşırı Güzel Hikayesi, dinlemeye hazır mı- sınız? Yerevan artık eskisinden daha da güzel bir şehir oldu. 1990’lı yıllarda Diaspora’dan Ermenis- tan’a yeni bir hayat kurmak, buraya yerleşmek için gelen İranlı Ermeniler sayıca daha az olan Halepli, Beyrutlu, Amerikalı, Kanadalı ve diğer Ermenilere göre çoğunluk oluştururlardı. İranlı Ermenilerin kendilerine has bir “çevreleri” vardı ama biz Batı Ermenileri azdık, cılızdık. 1950’lerde Sovyetlere göçmüş Batı Ermenileri de artık adaptasyon sü- reçlerini nerdeyse tamamlayıp Ermenistanlı sayıl- dıklarından, yaz aylarındaki turist sezonu dışında sokaklarda Batı Ermenicesini zor duyardınız. Artık öyle değil! Her ne kadar canlarını, çocukla- rını kurtarmak için çoğu zaman büyük bir sıkıntı ile kendilerini Ermenistan’a attılar ve çeşidi güzel zorluk çektilerse de artık Halepli ve bir kısım da Beyrutlu Ermeni’nin evi Yerevan. İlk günlerden itibaren Ermenistan’ı transit kul- lanıp, batıya gitmeye çalışan ve başarılı olan Suriyeli Ermeniler dışında kalanlar yavaş yavaş kendilerine bir hayat kurabildiler. Bu hiç de ko- lay olmayan hayat mücadeleleri bana her seferin- de, 1915 sonrası yurtsuz, evsiz, ailesiz, parasız tabir yerindeyse yalın ayak kalıp hayata tekrar tutunmak zorunda kalan Ermenilerin hayatını hatırlatıyor. İçten içe, 100 yıl sonra tekrarlayan bu kadere, daha doğrusu kadersizliğe tahammül edemiyorum. Çalışan, çırpınan, ama usanmayan Haleplileri görünce kızgınlığın yerini hüzün alıyor! Bir halkın yaptığı hep mi yağmalanır? Bir halk hep mi sıfırdan başlar. Hep mi kaybeder insan? 3 nesil neden aynı şehirde, yuvasında yaşayamaz, neden hep terk eder bin bir zorlukla inşa ettiğini ve yine yollara dökülür? Halepliler ile sohbet ederken, bu sitemlerimi usulca ortaya attığımda aldığım cevap hep aynı “Canımızı, çocuklarımızı kurtardık, yeter bize…” Hadi hemşericilik yapalım! Halepli Ermenistanlı- dan farklı, tez canlı bir kere, daha “doğulu”, daha “bize” benziyor. Ermenistanlı garson gibi menüyü elinize verip, “Buyurun seçin” deyip yok olmuyor. Daha ziyade “ne veriyim ablama/abime” tadında bir servis var Halep restoranlarında. 110 Sadece Haleplilerin kendi işlettiği café ya da lahma- cuncularda değil, Haleplilerin çalıştığı çok daha lüks ve dünya mutfağından örnekler sunan restoranlarda da fark hissedilir. Bu yüzden yöneticilerin servis sek- töründe yeni gözdesi Halepliler. Halepli ayakkabıcı da farklı. Önce “biraz arkası vu- ruyor bunun” dediğiniz ayakkabıya sonra size bakıp “Almayın o zaman” demiyor mesela Yerevan’da- ki diğer mağaza satıcıları gibi. “Kuyrik altına şuna koyalım, yükseltelim, çıkar oğlan yarım saat kalıba koysun” falan diyor, kalbini fethediyor insanın! Av- rupa’daki Ermenilerin Türk bakkallarından alışveriş yaptıkları gibi ben de Yerevan’da Haleplilerin ve Bey- rutluların müşterisiyim artık. Alışveriş yaparken batı Ermenicesi konuşmak, dolmalık fıstık, topiklik tahin, kavanozda enginar ve hatta bizimkinden daha güzel rakı (arakh) bulabilmek çok hoşuma gidiyor. Erme- nistan’ı Ermeni’ye gurbet hissettiriyor bu dükkanlar. Köylünü bulmuş gibi oluyorsun. Geçen haftalarda Halepli dört gencin yaklaşık 1 yıl önce açmış oldukları kuaföre gittim. Söz sohbet der- ken, kaçınılmaz nerelisiniz sorusuna geldi sıra. İstan- bulluyum dediğimde adına Garo diyeceğimiz genç kuaför Türkçe “O zaman “kırık” fön çekelim, İstan- bul’da onu çok seviyorlar” dedi. Şaşırdım haliyle. Garo’nun hikayesi güzel bir hikaye. Halep’te Antep’li bir dedenin torunu olarak büyüyen Garo kendini bil- di bileli Taşnakcakan olmuş. 24 Nisanlarda Halep’te Türk malı satan Ermenilerin dükkanlarını boyamış, batırmış. Halep’te işler karışınca acilen ülkeden çıkması ge- rekmiş, en kısa yoldan Türkiye’ye ulaşmış. İstan- bul Osmanbey’de bir kuaförde çalışmaya başlamış, “Metronun hemen bitişiğindeydi” dediği güzellik merkezinde çalışırken müşterilerin en aradığı kalfa olmuş. Türk kız arkadaşlar edenmiş, öğlenleri Nişan- taşı’nın, geceleri boğazın müdavimi olmuş. Bir gece kurtuluştaki evine giderken, “bir takım genç vatansever” tarafından “Yeter artık buraya dolduğunuz! Sizi mi besleyeceğiz pis Araplar!” bağrışları arasında dayak yemeye başlamış. Gençler yorulunca, fırsat bu- lup “Durum, durun ben Arap değilim, ben Ermeniyim” demesi ile başlayan sessizlik daha sert ve birkaç kemi- ğinin kırılacağı ikinci bir tur dayak ile tamamlanmış…