Draje Dergi Draje Dergi || İsyankâr Draje | Page 19
çekilmemiş ama çekilirse film noir mı istersin,
siyasi bilim kurgu mu, her ayağa gelebilecek bir
atmosfer filminin içine süzülüyoruz. Bir özel ulak,
apartmanda çalan tek zile dokunup, bana bir
mektup uzatıyor; anlıyacak diye ürperiyorum,
ama adam farketmeden gidiyor. Kimbilir
ne memurunun kapının altından içeri itiştirip
unuttuğu bir takım geçersiz faturaları, resmi
kağıtları filan köpeklerle girip çıkarken dağıtıp
eğleniyoruz. Geceleri yeraltı huurrhaarkk
hurrrharkk diye kükrüyor
Zaman: +1 köpeği bahçeden içeri çağırıyorum.
Gelmiyor; toprağın üzerinde kendi ekseninde
dönüp havlıyor. Gaz evden içeri doldu,
bahçeye çoktan çöktü. Burnumun etrafına
viks sürüyorum. Köpeğe ne yapsam? Gaz
bahçedeki hayvanı asabileştiriyor!
Mekan: Rue de Pera. Anneannem “dedene
sinirlenince, kalkar gece yarısı Markiz’e
giderdim!” diyor. Çıktım yürüyorum. Adına kıl
olduğum İstiklal caddesinde kaç bininci defa?,
kaç bin defa okula, içimi karalar bağlamış o
sıkıntıyla, o kapanık binaya, sonra yine üçer
beşer basamakları atlayıp kaçtığım özgürlük
uzamı da, kendine çeyizlik almaya çıkmış
Elza Niego’yu takık aşkıyla öldüren yaşlı eski
subayın paçayı kurtaracağından emin 20
bin öfkeli Yahudinin,vatandaş türkçe konuş
diye itilip kakılmaktan da tepesi atmış olarak
sokağa döküldüğü şurası. Gece. Kalabalık.
Gaz geliyor. Kalabalık bir iki adım geri sarsılıp
duruyor, maskelerini, gözlüklerini yoklayıp
tekrar Taksim yönüne bakıyor “Yuuuu” diyor.
“Yuuuhh!” diyorum. Sonra hep birlikte bir
kaç metre öne yuuu sonra birkaç adım geri
yuuuu –binlerce bedenden kocaman uçuşkan
bir bedenin içine kayıyorum. Sonra annem,
benim annem değil daha, yerlere cadde
boyunca, Taksim’den Tünel’e kumaşlar serilmiş,
cam kırıkları, kapı kırıkları, kepenk parçaları,
kan lekeleri; yasak kürtaj olmaya şehre inmiş,
’55 yılının bir Eylül günü, o kumaş yığınlarının
üstünden dehşet içinde sekerek, tökezleyerek,
büyülenmiş gibi yürüyor. Gaz yoğunlaştı, Fransız
Kültür’ün orda dalgalanma arttı, Serkldoryan
fasadının ivedilikle inşaat perdesiyle kaplandığı
noktadayım, “şu perdeleri indirsek ya aşağı!”
diyorum, ama yuuuuuh diyoruz, duyulmuyor,
hem oraya kimse barikat falan kurmuyor daha,
geriye doğru dalgalanıyoruz, Krikor Zohrap Bey
Serkldoryan’ın kapısından, caddeye çıkıyor,
hareketleri azcık şaşkın çünkü biraz önce
kulüpte Talât Paşa bana niye sarıldı da öptü
şimdi durup dururken diye işkilli düşüncelere
adımlarını uydurarak yürüyor, galiba ben
oralardayım, Krikor Bey’in 50 gün sonra başı
ezilerek öldürülmeye doğru attığı o ilk adımların
yerinde, Serkldoryan’ın fasadını kaplayan
yıkım perdesini aşağı indirsek aşağı indirsek ya
şunu şimdi işte diye düşünmekten, kaçmayı
unutarak.
Genzim, yüzüm yanıyor, gecenin bir körü,
karanlık inşaatın kapısını açıp içeri giriyorum
binlerce beden ve yüzlerce tilkiyle.
“Taksim’in Ruhu Bizim, Bedeni de!
....Biz anarşistler şunu bilir şunu söyleriz: Her
türlü, her ölçekteki iktidar biz izin verdiğimiz
için ve verdiğimiz kadar vardır. Muktedirlerin
rantçı, çıkarcı, siyasetçi tecrübeleri varsa
bizim de isyankâr, arzulu, hayaller kuran,
oyunbozan, imal edilmiş tarihlere pabuç
bırakmayan bir inatçılığımız var. Taksim’i
insanlara, hayvanlara, ağaçlara, hatıralara
rağmen bir otomobil düzeneğine; ruhsuz,
tarihsiz, yaşamsız bir sapağa, boktan alışveriş
merkezlerine dönüştürmenize iznimiz yok!
İmza: Taksimli Anarşistler, tarih: 2012 Ocak”
İnşaatın bir köşesinde işçi kaskları buldum, eve
gelen arkadaşlarım alıp gittiler, teki bana kaldı,
boyayacağım üstünü bir ara.
Zaman: kendikendine, kendikendinin
etkisiyle hipnotize olmuş. onbinlerce insan,
kıpırdamadan ve çıt çıkarmadan ilerideki
parka, ötelerine doğru bakıyor ve orda
gördüğünden başka bir şeyi görmüyor;
herhangi bir şeyi görüyor mu bilmiyorum,
çünkü, bu kalın insan duvarına sürtüne sürtüne
kendi bedenimi bir açıklığa sıyırmaya çalışırken
baktığım binlerce yüzle gözgöze gelmiyoruz.
Daha sonra- herkes, hepimiz, babadan arınmış
caddelerde akarken, meydanda, parkta
dolanırken bakış! geri gelecek -gözpınarından
başlayıp içeri yayılan bir bal damlasıyla,
günlerce, her seferinde kendimizle ya da öyle
bir şeyle, bir arzu çakımında karşılaşarak..
Kimse uyumuyor; sağda solda bir tek polisler
sızmış- kötülükten bayılmışlar; onların üstlerinden
atlayıp uçuşuyoruz biz uykusuzlar, rüyanın
azaltılmış yerçekiminde hafifçe yerden
havalanarak- ayaklarımıza, ruhumuza özgür
panter çalımı. Biz uykusuzlar birer çelik yay. Biz
uykusuzlar esrik gece kuşları. Biz uykusuzlar rüya
kelebekleri.
Biz uykusuzlar ayılmayı reddediyoruz.
* İlk yayımlandığı yer: Cin Ayşe 10, özel sayı, güz
2013 - http://cinayse.blogspot.com