Üstâd Necip Fazıl ile Röportaj
Âmine Büşra Çiftçi
-Bir keresinde de-
Galiba İstanbul'a gelen ilk otomobillerden birini babam satın almıştı.
Bahçede otomobilin tekerlekleri, takozlarla hafifçe havaya kaldırılmıştı.
Muayene mi, tamir mi bir şeyler yapıyorlardı. Gizlice arabanın altına
girip âletlerini kurcalamaya başlamıştım. Üç dört yaşında var mıydım,
yok muydum, bilmem! O sırada motoru işlettiler. Tekerleğin pul pul
demirli lâstiği başıma çarptı ve derin bir yara açtı. Kanlar içinde yere
serildim. 60 küsur yıllık yaranın izini, sağ kaşımın üstünde, alnımın sağ
yanında taşıyorum. Yara izi alnımda, fakat o günler nerede?..
“Ümidim yılların seline düştü
Saçının en titrek teline düştü
Kuru yaprak gibi eline düştü
İstersen rüzgara salıver gitsin...”
Gönüllerimize dokunan nice şiirlerinizle kavuşmamız, sizi tanımamız
nasıl oldu bunu bir de sizden dinleyelim.
Bahriye Mektebi... Şiire orada başladım. Bizden hayatımızın en çarpıcı
vak'asına dair birer vazife isteyen edebiyat muallimine
<> isimli bir nesir verdim, onun taşkın
takdirlerini kazandım; ve sonra şiire başladım. Hocalarım Aksekili
Ahmed Hamdi Efendi, Yahya Kemal, Hamdullah Suphi bir de İbrahim
Aşkî Bey... Bana derdi ki: ''Gel, işte yeşillik, işte otlak. Dört ayağını
dayamışsın, gelmem diyorsun!''
Mektepte lâkabım şairdir, bir de koca kafa... Küçük yaşlarda da kafam
buydu; vücudum sonradan ona yetişti. Şair aşağı, şair yukarı!.. Benden
birkaç sınıf ileri olan Nâzım Hikmet de şair...