Dilhâne Şubat 2019 şubat2019 | Page 84

Üstâd Necip Fazıl ile Röportaj Âmine Büşra Çiftçi Müthiş bir gün, Üsküdar'dayız. Günlerden Pazartesi. Sendromsuz. Hava hafiften güneşli fakat güneşin batmaya yakın saatlerine doğru ilerlemekteyiz. Denizden hafifçe bir meltem esiyor. Üstâdın omuzlarında kırmızıya yakın renkte kareli bir battaniye... Elinde sigarası; filtresiz Yenice. Dumanlarının arasından zor seçilen bir yüz, bana doğru bakıyor. Mübarek, öyle güzel içiyor ki, insanın sigaraya başlayası geliyor. Arka fonda kendi sesinden dinlediğimiz 33'lük şiir plağı... Arada şakalaşıyoruz, şurayı daha güzel okusaymışım diyor. Sigarasının son dumanını çekip, -tek kaşı kalkık vaziyette- bana bakarak “yoksa sende kafası yaralılardan mısın?” diye soruyor. Gülüyoruz... Fakat bu ne güzel doğmaktır üstâdım... diyerek konuya giriş yapmak istiyorum. Sahiden bu ne güzel doğmaktır? 26 Mayıs 1904/1320 Çemberlitaş'ta, Sultanahmed'e doğru inen sokaklardan birinde, kocaman bir konakta doğmuşum. Sizi hayatınızın bir evresinden beri tanıyoruz. Peki ya çocukken Necip Fazıl? O kadar cılız ve çelimsizmişim ki, halime bakanlar: "Yaşamaz bu çocuk!" demişler.Bir gün Sarıyer'deki köşkün üst katında, beşikten yuvarlandığımı ve en önde büyük babam,bütün ev halkının telâşla pat pat, merdivenlere koştuğunu hatırlıyorum. -Başka bir vakit de- Köşkün arkasında, bahçe tarafında, çamaşırlık gibi bir yer vardı. Rafında da, bir tabak içinde beyaz bir madde. Duvara dayalı merdivenden çıkıp kaymak sandığım o maddeden yemeğe başladım. Meğer kireç kaymağı değil miymiş?.. Yine bütün köşk birbirine girmişti.