Gözün Göremediği
Gülay Süda
Herkes bir hummaya tutulmuşçasına karşısındakinin görüneniyle
ilgileniyor, kimse kimsenin ne hissettiğiyle ilgili çıkarımda
bulunmuyordu. Çünkü oyunun kuralları arasında yoktu bunlar.
Acemice yaşamanın diğer adı olmuştu büyümek. Karanlıkta el
yordamıyla tutunmaya çalışıyorduk hayata. Arada bir - sürüden
ayrıldığımızda mesela- tekrar konuşur gibi oluyordu gönül
gözümüz fakat geçen zaman içerisinde hangi dilde konuştuğunu
anlayamaz olmuştuk. O yine konuşuyordu oysa: Ayağımız taşa
takılıyordu meselâ, meselâ işlerimiz yolunda gitmiyordu,
yaşlılarımızın dualarından mahrum kalıyorduk iş dünyası denilen
gökdelenler ordusu arasında. Çocuklarımıza sözümüzü
dinletemiyorduk, gönül gözümüzden çıkmadığı için sözümüz tesir
etmiyordu kimselere. Başımıza gelenlerin mealini yapamadığımız
için duvarları yabancı dillerde yazılan bol sertifikalı odalara
anlatıyorduk derdimizi.
Para kazanıyorduk nasıl olsa elbette durumumuzu çözmeye de
yeterdi paramız. Satın alamadığı yoktu zalimin. Her kapıyı
açıyordu namussuz. Oyunun kurallarından biri de buydu. Ne de
olsa oyunu kurallarına göre oynayacaktın bu hayatta. Yoksa bir
değirmen taşının buğday tanesini öğüttüğü gibi öğütürdü dişleri
arasında seni de. Oysa maksat değirmen taşının arasında öğütülüp
kalabalığa karışmak değil ne yapıp edip koparıldığımız toprağa
yeniden gömülüp meyve vermekti.