Dilhâne Şubat 2019 şubat2019 | Page 64

Gözün Göremediği Gülay Süda Birinin bizi gerçekten sevip sevmediğini bize zarar verip veremeyeceğini samimi olup olmadığını hep bu gözümüzle görürdük. Yalnız görmezdi gönül gözü konuşurdu da. Kötü bir şey yaptığımızda işlediğimizin kötü olduğunu, yanlış yoldan bir an önce dönmemiz gerektiğini anlatırdı. Sonra birine kırıldığımızda affetmenin büyüklük olduğunu affetmeden yaşadığımız her günün gönle yük olduğunu hatırlatırdı. Başrolünü bizzat kendimizin oynadığı bir filmi izliyormuşuz gibi seyrettirirdi bize hayallerimizi. Bunun için hayallerimizin gerçek olacağına henüz onları dillendirmeden canı gönülden inanırdık. Kimseyi inandırma gibi bir derdimiz de yoktu o zamanlar, kahramanının kendisi olduğunu bildiğimiz bir oyunun içinde öylesine gerçekçi oynardık ki günü gelir de ya hayallerimiz gerçekleşmezse diye olumsuz bir düşünce aklımızdan bile geçmezdi. Kendi içimizde bir cenneti yaşardık, uyanıkken düş görme fırsatını verirdi bize gönül gözümüz. Sonra ne oldu? Büyümek denen amansız bir hastalık yakaladı arkamızdan. Saklambaç oyununda hiç de tahmin etmediğimiz bir anda sobelenivermiştik sanki. Hazırlıksız sahneye çıkarılan oyuncular gibi kekeleyiverdik doğrularımızı. Bir sürü bilimsellikten bahsettiler gittiğimiz okullarda, her şey bir neden sonuca bağlıydı anlattıklarına göre, çalışırsan başarılı olurdun, yeterince sert olmaktı kazanmanın kuralı. Oyunu kurallarına göre oynamayanlar oyun dışı ediliyorlardı hayattan. Bu kadar ciddi şey arasında, sadece görünen önemliydi, göz önünde olan fark ediliyordu, beden gözü dururken üçüncü bir göz kimsenin umurunda olmuyordu.