Köprü
Faruk Yıldız
İçliklerimizi giymiş, kulübenin kapısını sıkıca kapamış, elektrikli sobanın
başında laflayıp vakit öldürüyorduk. Gece iyidir aslında. Gündüze
nispeten daha sakin, daha sessiz ilerler işler. Hele hava soğuksa
kimsenin tırabzanlara tırmanmaya pek niyeti olmaz. Şartlar, şaşalı bir
gösteri için uygun değildir çünkü. Zavallı İdris… Bunu bir türlü
anlayamadı. Daha haftanın ilk günü, gece yarısında çıkıp geldi köprüye.
Belki de çok olmuştu o geleli; fakat akıl edip ışığın altında bir yere
geçene kadar fark edemedik onu. Yanına vardığımızda sevinmeden
edemedi. Sormaya fırsat vermeden kopuk kopuk, bölük pörçük bir
şeyler anlatmaya koyuldu. Para dedi, ana babasına kızdı, küfretti…
Sonra bir kız varmış mahallede, sevmiş ama kız gitmiş başkasıyla
evlenmiş… İlk gün, acemilikten çok uzatmadı neyse ki. Hikayesi bitince
bir iki naz niyaz yaptı. Sonra da çektik aldık yanımıza.
Ertesi gece yine aynı saatler…
Bu kez Hamit gördü ekrandaki karartıyı. “Haydaaa!” deyip bön bön
baktı suratıma. Kalktık, yanına koştuk. İdris bu! Ta kendisi… Yine o kara
kuru kollarını demirlere sarmış, dün kaldığı yerden devam ediyor
hikâyeye. Üstelik bu kez daha dişli. Kolay kolay vazgeçmiyor. “O kız
gelecek ağbi!” diye bağırıyor ikide bir. “O kız” dediği el alemin yeni evli
karısı. “Olmaz oğlum!” diye diretiyorum. İdris’in kısık gözleri sürekli
gelip geçen arabalarda. Belli ki kapmış işi. Yaygara çıkarıp meseleyi
büyütmenin peşinde. Fakat öyle soğuk ki hava, bizden başka bir
Allah’ın kulu toplanmıyor başına. Kolları titremeye, yorulmaya,
üşümeye başlıyor sonunda. İki saat zar zor dayanabildi o gece. Hamit
bir sigara uzattı, birkaç şey söyledi.