Dilhâne Şubat 2019 şubat2019 | Page 60

Köprü Faruk Yıldız İçliklerimizi giymiş, kulübenin kapısını sıkıca kapamış, elektrikli sobanın başında laflayıp vakit öldürüyorduk. Gece iyidir aslında. Gündüze nispeten daha sakin, daha sessiz ilerler işler. Hele hava soğuksa kimsenin tırabzanlara tırmanmaya pek niyeti olmaz. Şartlar, şaşalı bir gösteri için uygun değildir çünkü. Zavallı İdris… Bunu bir türlü anlayamadı. Daha haftanın ilk günü, gece yarısında çıkıp geldi köprüye. Belki de çok olmuştu o geleli; fakat akıl edip ışığın altında bir yere geçene kadar fark edemedik onu. Yanına vardığımızda sevinmeden edemedi. Sormaya fırsat vermeden kopuk kopuk, bölük pörçük bir şeyler anlatmaya koyuldu. Para dedi, ana babasına kızdı, küfretti… Sonra bir kız varmış mahallede, sevmiş ama kız gitmiş başkasıyla evlenmiş… İlk gün, acemilikten çok uzatmadı neyse ki. Hikayesi bitince bir iki naz niyaz yaptı. Sonra da çektik aldık yanımıza. Ertesi gece yine aynı saatler… Bu kez Hamit gördü ekrandaki karartıyı. “Haydaaa!” deyip bön bön baktı suratıma. Kalktık, yanına koştuk. İdris bu! Ta kendisi… Yine o kara kuru kollarını demirlere sarmış, dün kaldığı yerden devam ediyor hikâyeye. Üstelik bu kez daha dişli. Kolay kolay vazgeçmiyor. “O kız gelecek ağbi!” diye bağırıyor ikide bir. “O kız” dediği el alemin yeni evli karısı. “Olmaz oğlum!” diye diretiyorum. İdris’in kısık gözleri sürekli gelip geçen arabalarda. Belli ki kapmış işi. Yaygara çıkarıp meseleyi büyütmenin peşinde. Fakat öyle soğuk ki hava, bizden başka bir Allah’ın kulu toplanmıyor başına. Kolları titremeye, yorulmaya, üşümeye başlıyor sonunda. İki saat zar zor dayanabildi o gece. Hamit bir sigara uzattı, birkaç şey söyledi.