Bozacı ve Nohutçu
Naif Karabatak
Bunu üst üste söylemez. Boza diye yapılan çağrıyı dinleyenlerin
sindirmesi beklenir. Öyle insanın suratına suratına vurur gibi satış
yapmaz. Malı kaliteliyse, bağırmanın çığırmanın anlamı ne? Ben halen
boza alıp almamaya karar vermemiştim. Hani içmeye isteğim vardı
ama henüz yemek yememiştim. Kararsızlığımı Yunus Efendi fark etmiş
olacak ki, “beyefendi boza ister misin” diye burnumun dibinde
bitiverdi. Hem de öyle bardakla değil, yanında taşıdığı şişeyle. İşte
şimdi boza almak şart oldu. “Ver” dedim ama “leblebiyle tarçını”
unutmamasını da tembihledim. Bozayı bir poşete koydu, leblebiyle
tarçını da külah haline getirdiği küçük bir kâğıt parçasına koyup,
poşete ekledi. Aklıma çocukluğumda merhum Ömer emmiden
aldığımız nohutlar geldi. Nohutçu Ömer emmi bizim okulun hemen
çıkışında dururdu. Teneffüslerde ve okul çıkışlarında kendine has
türküsünü söyler, bizi nohut almaya teşvik ederdi. Hafif bir duygu
sömürüsü yapsa da, bu hoşumuza giderdi. “Köşe başı beklerim, vay
benim emeklerim” diyerek başlar, sonra da “nohut” sattığını cümle
âleme duyururdu. Ömer emmi de tıpkı bozacı Yunus gibi insanı
tokatlar derecede söylemez, daha mülayimce, daha alçak sesle ve
kimseyi rahatsız etmeden söylerdi. Kaynamış nohudu külaha katar,
üstüne biraz tuz, biraz da kimyon serpiştirirdi. Tuz, nohudun
yavanlığını alır, kimyon ise gaz yapmasını engellerdi. Tabi bunu
sonradan öğreniyoruz, çocukluğumuzda değil. Yunus efendi poşetimi
verdi, ben de içimden Nohutçu Ömer emmiye rahmet okuyarak
ücretini cebimden çıkarıp verdim.
Bozacı Yunus efendiye, Nohutçu Ömer emmiden bahsetmek aklıma
geldi, sonra vazgeçtim, ama o arada ağzımdan bir şeyler çıkmış olmalı
ki, “buyur beyim” dedi.