Bozacı ve Nohutçu
Naif Karabatak
Sonradan kaptığım bir alışkanlık olsa da, insan sevince seviyormuş. Ee
bizim memlekette yoktu, çocukluğumuzda görmedik ama İstanbul’da
boza, ayrı bir kültür gibi; lezzetin de ötesinde bir kültür.
Ben bunları düşünürken, bozacının beni potansiyel müşteri olarak
gördüğünden de eminim. Adam yılların bozacısı, müşteriyi gözünden
de tanır, karanlıkta duraksamasından da. Birazdan yemek yiyecektim
ama adam da “hadi be kardeşim, alacağın bir bardak boza. Biz de
çoluk çocuk besliyoruz. Bak sen ekmeğini almışsın, bizim çocuklar da
ekmek bekler” der gibi baktı veya öyle bekledi. İçim ezildi, bir anda
bütün yelkenleri indirdim, sandalımı limana çektim, hatta kendiri de
bir kayaya bağladım.
O beni bekliyor, ben onu…
Ama beklerken de arada bir boza satmaya uygun serenadını yapmayı
ihmal etmiyor. Dedim ya boza yapmanın püf noktaları varsa, boza
satmanın da püf noktaları olmalıydı. Çünkü bozayı satarken, bütün
mahallenin duyacağı şekilde söylemeli ama akşam akşam kimseyi de
rahatsız etmemeli. Bence en ince çizgi, tam da bu çizgidir. Bakın bu
çizgi, gördünüz değil mi?
Bunun için bir kerede ve tok sesle “boza” demek yeterli olabilir ama
bundan rahatsız olanlar olacaktır.
Sonradan öğrendim, bizim mahallenin bozacısının adı Yunus’muş.
Yunus efendi güzel boza yapar. En azından ben güzel boza yaptığına
inanacak kadar müdavimi oldum. Boza diye çığırmayı da iyi yapan
Yunus Efendi, önce ağzından “boooo” diye hafif bir ses çıkarır. Sonra
“zaaaaaa” diye sesinin temposunu hafifçe yükseltir.