Gökyüzüne Mi Ahlar?
Hamide Akkaya
Yönelişimi, ömrüme bereket olarak atfettim. Ve en sonunda, yine
gökyüzüne baktım. “Gökyüzüne uğurladığım benliğim, ecrini
beklemekte şimdi.” diye diye göğe çok yük yükledim. Yükledim ama
hakkını mahşere bırakmadım. Çünkü ona uğurladığım duaları her
şeyden fazla tuttum. Bu fazlalık da dengeledi tüm hesabı.
Kaç zamandır böyle diyen, bunları hisseden birileri var. Göğü,
dualarına aracı kılan, gökten medet uman değil ama medetlerine
vesile olmasını isteyen, gökyüzüne baka baka yaşayan, baktıkça
yaşama tutunmaya çalışan birileri. Onlar göğe bakarlar yalnızca, çünkü
başka bakacak yüz bulamazlar, bulsalar bile o yüzler kapkara kesilir
onlara karşı; sözlerini, dualarını, yakarışlarını kendilerinden de önce
oraya iletirler çünkü seslerini duyuramazlar başkalarına, çığlık çığlığa
olsalar da. Kendilerine de duyuramazlar bir şeyleri çünkü o kadar
itilmişlerdir ki sessizliğe, kendilerine karşı bile sağır olmuşlardır.
Kulakların sağırlığı, dillerin suskunluğu, gönüllerin kurumuşluğu,
yüzlerin kararmışlığı o kadar fazla muhatap oldukları şeyler olmuştur
ki onların, tek muhatap olarak alabildikleri, gökyüzü olmuştur. İşte
böyle, göğe baka baka -dua ede ede- arınmaya çalışmışlardır. Gerçi
arınması gereken onlar değildir ya neyse. Bazen mazlum, o kadar çok
utanır ki zulümden, ilk önce kendisinin arınmasını ister. O zaten temiz
olandır oysa. Zalimse yeltenmez bile buna. Aksine kirlendikçe kirlenir
ve yalnız kendini kirletmez, mazlumu sadece gökyüzüne bakmaya
mecbur bırakan herkese bulaştırır kirini. Zulüm işte böyle böyle artar;
zalim iflah olmaz; mazlum kurtuluşa ermez. Kurtulmadığı her an, göğe
bakmaya mahkûm olduğu her an, üzerimizdeki veballer artıyor.