Dilhâne Şubat 2019 şubat2019 | Page 42

Gökyüzüne Mi Ahlar? Hamide Akkaya Yönelişimi, ömrüme bereket olarak atfettim. Ve en sonunda, yine gökyüzüne baktım. “Gökyüzüne uğurladığım benliğim, ecrini beklemekte şimdi.” diye diye göğe çok yük yükledim. Yükledim ama hakkını mahşere bırakmadım. Çünkü ona uğurladığım duaları her şeyden fazla tuttum. Bu fazlalık da dengeledi tüm hesabı. Kaç zamandır böyle diyen, bunları hisseden birileri var. Göğü, dualarına aracı kılan, gökten medet uman değil ama medetlerine vesile olmasını isteyen, gökyüzüne baka baka yaşayan, baktıkça yaşama tutunmaya çalışan birileri. Onlar göğe bakarlar yalnızca, çünkü başka bakacak yüz bulamazlar, bulsalar bile o yüzler kapkara kesilir onlara karşı; sözlerini, dualarını, yakarışlarını kendilerinden de önce oraya iletirler çünkü seslerini duyuramazlar başkalarına, çığlık çığlığa olsalar da. Kendilerine de duyuramazlar bir şeyleri çünkü o kadar itilmişlerdir ki sessizliğe, kendilerine karşı bile sağır olmuşlardır. Kulakların sağırlığı, dillerin suskunluğu, gönüllerin kurumuşluğu, yüzlerin kararmışlığı o kadar fazla muhatap oldukları şeyler olmuştur ki onların, tek muhatap olarak alabildikleri, gökyüzü olmuştur. İşte böyle, göğe baka baka -dua ede ede- arınmaya çalışmışlardır. Gerçi arınması gereken onlar değildir ya neyse. Bazen mazlum, o kadar çok utanır ki zulümden, ilk önce kendisinin arınmasını ister. O zaten temiz olandır oysa. Zalimse yeltenmez bile buna. Aksine kirlendikçe kirlenir ve yalnız kendini kirletmez, mazlumu sadece gökyüzüne bakmaya mecbur bırakan herkese bulaştırır kirini. Zulüm işte böyle böyle artar; zalim iflah olmaz; mazlum kurtuluşa ermez. Kurtulmadığı her an, göğe bakmaya mahkûm olduğu her an, üzerimizdeki veballer artıyor.