Ayasofya’da İlk Namaz
Şeyma Öztürk
Taşları teker teker çatırdıyordu. Fatih’in alnıyla şerefkıyab olan yer
makûs kaderine ağlıyordu. Minareden ruh gitmiş ardında bir cesed
kalmıştı. Minber yetimdi. Lafzatullah’a hasretti her mekânı şimdi
Ayasofya’nın. Ne zaman açılacaktı acaba söyle bir yaklaşıp bir yazı
aradım. Bir şeyler yazıyordu. Okumak için gözlerimi kıstım. Biraz
yanaştım yazıyı görmek için inanamadım. Gözlerimi ovuşturup baktım
tekrar. Evet doğruydu. Doğru okuyordum. MÜZE TAMİR VE TASNİF
SONUNA KADAR KAPALIDIR..! Müze… Benim ilk Cuma namazımı
kıldığım, dedemin ecdad yadigarı dediği Ayasofya vatan topraklarında
ayrılık acısı mı çekmekteydi? Hasretten kavrulan yüreğine bir su, bir
inşirah sunmayacak mıydı İslam Âlemi? Ya ben, ben ne yapacaktım?
Ecdad yadigarı dede vasiyeti Kudüs’ün yalnızlığını hafifleten Ayasofya
nasıl müze olurdu? Geçtim oturdum. Seyreyledim kâinatı mevcudatı.
Evvelinde hiç idim. Şimdi bir cümlelik şu yaşamımda yetim kalışların
ikincisiyle perişan olmuştum. Yaşam sadece bir örtü ben ise cesedim.
İnşallah dedim sonra utandım. Aczim mahcubiyetimle nasıl açardım
ellerimi nasıl koruyamadım derdim. Dedemin gönül hırkasıydı bu camii
ben ve benimle aynı yüzyılı paylaşan herkes dedemin gönül hırkasını
ayaklar altına alıp onu kimsesiz bırakmıştık. Kalktım, yürüdüm,
yürüdüm, gerçeklerden adım adım uzaklaştım ve bir an durdum ve
haykırdım:
‘”Allah’a ant olsun. Ant olsun ki bir gün özgürlüğüne kavuşacaksın.
Minarelerin tekrar ruhuna kavuşacak ve hilalin altında
gölgeleneceksin…!“