Ayasofya’da İlk Namaz
Şeyma Öztürk
Bu ne güzellik bu ne ihtişam diye düşündüm. Gerçekten boşuna
mücadele etmemişler. Ben de olsam buraya sahip olmak için elimden
gelenin fazlasını yapardım. Fatih sultan nerede namaza durmuştu
acaba? O mübarek alınları nereye değmişti? Bunu bilmeyi öyle isterdim
ki. Dedemle namazımızı eda ettik. Camii cemaatiyle cumalaştıktan
sonra bir süre oturduk bahçesinde. Kuşların sesleri benim yüreğimde
şakıyan kuşların şarkısına benziyordu. Yüzümü bir tebessüm kapladı.
Dedem hayırdır evlat diye sordu. Hiç dedim hiç dede. Alnıma bir öpücük
kondurdu. İşte o an tüm günahlardan arınmışımda haberim yokmuş.
Zaman zamansızlığın koynunda soluklanırken ne kadar yaşlandığımı fark
ettim. Yaşlanmak… Bir yaş daha büyümek mi yaşamın sırrına ermek
miydi hiç bilemedim. Dedemi çoktan kaybetmiş, babamı dahi
uğurlamıştım gerçek zamana. Bir ben kalmıştım bu diyarda. Ayasofya
uzun zamandır tadilattaydı. Gidip bir namaz kılıp inşirah duymak nasip
olmuyordu bir türlü. Ben gidip geliyordum. Dönüp duruyordum lakin o
yazı kalkmıyordu. Sahi ne yapıyorlardı içerde? Ne yapıyorlardı da
bitmiyordu? Dedemin sevda kalemiyle yüreğime yazdığı Ayasofya işte
oradaydı ama ne dokunabiliyor ne yaklaşabiliyorduk. Dedem aman
oğlum demiş aman emanete hıyanet edilmesine izin verme
vermeyelim. Bu bana yadigâr bırakılmış bir vasiyetti adeta. Ben
Ayasofya’nın yetim kalmasına nasıl izin verirdim nasıl yapardım bunu.
Tekrar gittim vardım yanına. Yine ilk durağım Sultan Ahmed’in
türbesiydi. Zamandan biriktirdiğimiz anıları tekrar ana dönüştürme
çabasıydı bendeki. Gittim vardım bir öğle vakti, vardım lakin müezzin
susturulmuştu. Sadece Sultan Ahmed Camii’inden o mübarek ses
işitiyordu. Müezzin yükselttikçe sesini Ayasofya kulak kabartmış
gözlerinde yaşlarla dinliyordu.