Dilhâne Şubat 2019 şubat2019 | Page 34

Ayasofya’da İlk Namaz Şeyma Öztürk Gün gecenin koynundan sıyrılıp gelip yanağına öpücüğünü kondurmuştu. Babamın anlattığı gibi aldım abdestimi. Annemin ütüleyip başucuma bıraktığı giysileri giydim. Ve içimde çırpınıp duran kuş en güzel bestesini şakıyordu. Kimsenin duyamayacağı bir besteydi bu. Hazırlanıp çıktım odadan dedem beni bekliyordu. Zamanın eskitmeye gücünün yetmediği kahverengi gözleri ve güllerin her daim açacak yer bulduğu gamzeleri. Elini uzattı, tutmadım. Nede olsa büyümüştüm ben. Bir Fatih Sultan Mehmed heybetiyle girecektim Ayasofya’dan içeriye. Dedem bana baktı başımı okşadı ve güldü. O güldü kâinat güzelleşti. O güldü insan kardeşlerim insanlığı tekrar hatırladı. Dedemle koyulduk yola. Yolda bana her akşam olduğu gibi Ayasofya’yı anlattı: İsmail’im, benim kınalı kuzum, dedenin söylediklerini akıl defterine değil gönül defterine yazasın. Yazgısı ak yazılmış şehrin karaçalınmış emanetidir Ayasofya. Sen sahip çıkmazsan ben sahip çıkmazsam yetim kalır öksüz kalır Ayasofya. Aman oğlum emanettir. Emanete hıyanet münafıklık alametidir. Ayasofya bize Fatih Sultan Mehmed’in emanetidir. Yaşı şu zamanın oyunlarıyla eskimiş dedenden bile fazladır. Tam üç kez yıkılmış ve yerine yenisi inşa edilmiştir. Daha önce dedem Fatih fethetmeden evvel kiliseymiş evladım. Bizanslılar çok önem verirlermiş Ayasofya’ya. Sen şu sözü duydun mu evladım: - İstanbul’un taşı toprağı altındır. - Evet, duydum dede.