Ayasofya’da İlk Namaz
Şeyma Öztürk
Gün gecenin koynundan sıyrılıp gelip yanağına öpücüğünü
kondurmuştu. Babamın anlattığı gibi aldım abdestimi. Annemin
ütüleyip başucuma bıraktığı giysileri giydim. Ve içimde çırpınıp duran
kuş en güzel bestesini şakıyordu. Kimsenin duyamayacağı bir besteydi
bu. Hazırlanıp çıktım odadan dedem beni bekliyordu. Zamanın
eskitmeye gücünün yetmediği kahverengi gözleri ve güllerin her daim
açacak yer bulduğu gamzeleri. Elini uzattı, tutmadım. Nede olsa
büyümüştüm ben. Bir Fatih Sultan Mehmed heybetiyle girecektim
Ayasofya’dan içeriye. Dedem bana baktı başımı okşadı ve güldü. O
güldü kâinat güzelleşti. O güldü insan kardeşlerim insanlığı tekrar
hatırladı. Dedemle koyulduk yola. Yolda bana her akşam olduğu gibi
Ayasofya’yı anlattı:
İsmail’im, benim kınalı kuzum, dedenin söylediklerini akıl defterine
değil gönül defterine yazasın. Yazgısı ak yazılmış şehrin karaçalınmış
emanetidir Ayasofya. Sen sahip çıkmazsan ben sahip çıkmazsam yetim
kalır öksüz kalır Ayasofya. Aman oğlum emanettir. Emanete hıyanet
münafıklık alametidir.
Ayasofya bize Fatih Sultan Mehmed’in
emanetidir. Yaşı şu zamanın oyunlarıyla eskimiş dedenden bile fazladır.
Tam üç kez yıkılmış ve yerine yenisi inşa edilmiştir. Daha önce dedem
Fatih fethetmeden evvel kiliseymiş evladım. Bizanslılar çok önem
verirlermiş Ayasofya’ya. Sen şu sözü duydun mu evladım:
- İstanbul’un taşı toprağı altındır.
- Evet, duydum dede.