Hasretini Yüreğine Hasr Et – Yusuf Kenan Güven
Görev çatışması yaşadığımız bu çağda dal, tembel alıştırılan kökün
eksiğini, daha çok çalışarak kapatabileceğini kökten beslenmeden
meyve verebileceği yanılgısı içerisinde. Neticede ikisi de tabiatın dışına
çıkarak insanı tabiatının dışına taşırmış vaziyette. Kürsüler şahit, kulaklar
şahit. Ulvi bir hasretin sinelere yüklediği ağır yükü sadece dile yüklemek
zulümdür. Fıtrat gereği yüklenen sorumlulukları nispetinde tüm
organların uyumlu ve azimli gayretleri muvaffakiyet sancağını zirveye
dikebilir ancak. Sarf edilen cümleler ancak o zaman yüreklere tesir
edebilir. Kalp sevecek, göz okuyacak, beyin düşünecek, el yazacak ve dil
susacak.
İnsanlığın bağrına birer kara leke gibi bulaşarak orayı zift çukuruna
dönüştüren her menfi olay bizi bu ülküye sürüklüyor. Vecd ateşini
körüklüyor, cihanı karanlığa boğmaya namzed her zalim. Meselenin can
alıcı noktası şudur ki; karanlık diye ifade edilen o an herhangi bir
nesnenin varlığıyla zuhur etmez, edemez. Güneşin yokluğu karanlığın
baş gösterme sebebidir. İşte dünyanın bu ölçü ve nizam üzere kurulu
olduğunu kavradığımız da, ye’s ve umutsuzluk çamuruna bulanmış
yürekler paklanacak ve karanlığın ayması için doğacak güneş
özlenebilecektir. Şeytanın mütekebbir tavrıyla çaktığı kıvılcımla başlayıp
gün geçtikçe parlayan ateşi söndürmek için su olma gayretidir bu
sancak. Çünkü su kesilince ateş hüsrev kesildi cihana. Yandıkça susadı
insanlık. Susuzluğu iliklerine kadar hissederken, varisi tarafından
sunulan bir tas bulanık suyu kana kana içişini gördükçe, sinemizdeki kor
hasret harlanmaktadır. Yokluğuyla; Türkistan’dan Bosna’ya, Endülüs’ten
Hindistan’a kadar bu coğrafyayı şiddetli bir zelzele gibi sarsan sancağın
varlığına duyulan hasret, yüreklerde oluşumunu tamamlayınca bir
yanardağ gibi patlayacak ve nizam-ı alem ülküsüyle yerinden
doğrulacaktır.
100