O’nun Kokusunu İzledim
Yazı
Bertan Rona
Huşu içindeydim, zira etrafımda
gördüğüm her şey, şu koskoca kâinat,
O’nun iziydi. Var oluşu bulunmayanın,
varlığı olanın izi. Hakiki ve tek varlığın
izi. Ben iz derken, aynı şeye kimilerinin
esse, kimilerinin ise eser dediklerinden
habersizdim. Öğrendiğimde, aklım iyice
karıştı. Neyse ki bizzat O yetişti
imdadıma. Önce biri abdest almayı
öğretti. Sonra elime Kelamullah
tutuşturuldu. Ben de ona müracat
ettim. Orada, “Kâle hum ulâ-i ‘alâ
eśerî…”
diyordu
ulû’l-azm
bir
peygamber
“eserimde”
yani
“izimdeler.”
Yine
de
tatmin
olmamıştım. Bizzat O’ndan duymak
istiyordum. Sayfaları biraz daha
çevirince duydum: “İnnâ nahnu nuhyî-l
mevtâ ve nektubu mâ kaddemû ve
âśârahum…” diyordu.
Böylelikle, iz'in ve eserin yanına işi
de koyup, yoluma devam ettim. İzler,
eserler ve işler, O’nun varlığına dair
birer işaret, delil, âyet ve alâmet idiler.
Ve ben, pek sınırlı olan küçücük ilmimi
bunun üzerine kurmaya karar verdim.
Alemi ve âlemi tersten yazıp ilim
edinmeye başladım. Çünkü bir şey
göstermeyen, bir şeyin alâmeti
olmayan, ilim olamazdı. Âlem, bir şey
gösterenin adıydı. Gördüm. Ve
ardından kendime geldim, kendime
döndüm.
Kendime dönmek zorundaydım.
Çünkü O’nun izlerini, eserlerini görmüş;
varlığını
hissetmiş
ama
Zât’ını
kavrayamamıştım.
Oysa
O’nun
halifesiydim. Bana kendi ruhundan
üflemişti! Kendimi bilirsem Rabbimi
bileceğim
düşüncesiyle
kendime
baktım. Ve çok ilginç bir şey buldum:
Üzerimde bir fena perdesi vardı!
Faniydim, çünkü izler ve eserler, yok
olup gitmeye mahkûmdular. Ama izden
yürüyenler iz bırakmazlardı! Bu
buluşumla çok mutluydum!
Üzerimdeki fena perdesini kaldırıp
atmanın yolunu bulmuştum sanki!
Evet, kendimin bir iz ve eser olduğumu
anlayıp, izden yürümekti tek çarem.
Ama ya o izlerin, eserlerin sahibi? O’nu
görebilecek miydim? Hayır, bu konuda
hiç ışık yoktu. Umutsuzluğa kapıldım.
Üstelik umutsuzluğa kapılmam da
yasaktı.
40