grurattı.
müteerde
llara
ayai alMoksine
bireliydi
psioşulları
eo r. Bu
kışan
hare-
ketle
grup, dünyanın ve insanın sorunlarına odaklanan, bir tek konu ve ton etrafında yoğunlaşan bir müzik yapmakta karar kıldı. “Wish You Were
Here” albümü bu kararı ve çabayı kanıtlıyordu. “Shine On You Crazy” şarkısı yarattığı psychedelic atmosferle
Syd Barrett günlerine adeta bir gönderme yapıyordu. Albüm kayıtları sırasında Syd Barrett stüdyoyu ziyaret
etmişti; grup elemanları fiziksel olarak
değişmiş Syd Barrett’i tanımamışlar,
tanıyınca da gözyaşlarına boğulmuşlardı. Ona besteledikleri şarkıları dinletmişlerdi ve daha sonra Barrett stüdyodan ayrılmıştı. Bu, grubun Barrett’i
son görüşüydü. Albümdeki diğer parçalar müzik endüstrisine doğrultulan
sivri eleştiri okları niteliğindeydi.
1979’un “The Wall” albümü “Pink” adındaki karakterin doğumundan
itibaren
olan
süreci
incelemiş; savaş, babaya duyulan hasret, eğitim sistemi, aldatma gibi konuları işlemiştir. Turnede bir hayranıyla
“I think we have successfully
commandeered the best of
what there is... It’s a shame,
but this is the end.”
kavga eden Roger Waters kafasında
seyirciyle kendisinin arasına bir duvar
örme düşüncesini yaratmıştı. Daha
sonra bu fikri, bir insanın tüm insanlara karşı olması olarak genişletmişti.
80’li yıllardan 2000’lere kadar olan
çalkantılı süreçte Roger Waters’ın grubu dağıtmasıyla “The Final Cut” albümü, grubun bir krizde olduğunun
göstergesiydi. Bu sıkıntıyı takiben David Gilmour, Rick Wright ve Nick Mason grubu devam ettirerek 1994’te
“The Division Bell” albümünü çıkardılar. Kasım 2014’de piyasaya sürülecek “The Endless River” isimli 15. ve son Pink
Floyd albümünün köklerinin “The Division Bell”den
beslendiği
söylenebilir.
Öyle ki David Gilmour,
“The Division Bell” parçalarını modern stüdyo tekniklerini kullanarak dönüştürüp yeniden
değerlen-
direrek yepyeni bir albüm çıkaracaklarını belirtmiş ve 14 Ekim 2014 tarihinde Polly Samson ile “The Endless
River” albümünün kapanış şarkısı olacak olan “Louder Than Words” parçasını piyasaya sürmüştür. Gilmour’ın
Samson’dan parçaya söz yazmasını istemesi üzerine Samson’ın cevabı, bu
müziğin söz gerektirmediği; Gilmour,
Wright ve Mason olarak üçünün yaptığı müziğin kelimelerle açıklanamayacak bir büyü olduğu şeklinde olmuştur.
David Bowie’den Foo Fighters’a,
Queen’den
Gorillaz’a,
Iron
Maiden’dan Radiohead’e nicelerini etkileyen Pink Floyd’un müziği üstün
bir algısal yaklaşım ve temelli bir sağduyu gerektirir. Ortaya koydukları ağır melodramı, mağrur melankoliyi,
sadelikle bezenmiş karmaşıklığı ve
yoğun anlatımı içselleştirebilmenin
marifet olduğunu söylemek abartı olmaz. Müzik ve dünya tarihine bir yıldız gibi giren grubun, bu sahneden
parlaklığını hiç kaybetmeden bir misafir gibi vakitlice ayrıldığını söylemek,
umuyorum bir tebessüm kondurabilir yüzlerimize... ◼
fenêtre • Kış • 2015 • Sayı 6
8