bir karakterle ortaya çıkmaktadır.
“Maria Puder bana bir ruhumun bulunduğunu öğretmişti ve ben de onun, şimdiye kadar tanıdığım insanlar arasında ilk defa olarak, bir ruhu
bulunduğunu tespit ediyordum. Bir
ruh, ancak bir benzerini bulduğu
zaman ve bize, bizim aklımıza, hesaplarımıza danışmaya lüzum bile
görmeden, meydana çıkıyordu. Biz
o zaman sahiden yaşamaya, ruhumuzla yaşamaya başlıyorduk.”
Raif’in hayatında çocukluğundan
bu yana süregelen herkese yabancılaşma Maria’nın karşısında eriyip
yok olmuştu. Birbirlerini hayatlarının en değerli köşelerine koymuşlardı. “Kendimi bildim bileli bütün
günlerimi, haberim olmadan ve nefsime itiraf etmeden, bir insanı aramakla geçirmiş ve bu yüzden bütün
diğer insanlardan kaçmıştım.” İkisinde de var olan “gerçek insan”ı arama duygusu onları ortak paydada
hayatın hiç beklenmedik bir anında
bir araya getirmişti.
Raif ve Maria ilişkilerinin tam yolunda gittiği bir zamanda Raif’e
memleketten gelen telgrafla alt üst
olurlar. Telgrafta çocukluğundan bu
yana sadece biyolojik bağının olduğunu düşündüğünü babasının öldüğünü ve acilen memlekete dönmesi
gerektiğini okur. Hayatında her şeyden çok önem verdiği Maria’dan uzaklaşmak onu tedirgin eder ve ona
işleri yoluna koyar koymaz döneceğinin sözünü verir.
Özlemin bu yükünü hafifletmek için düzenli olarak mektuplaşırlar
ancak beklenmedik bir anda
Maria’nın Raif’e gönderdiği mektuplar kesilir. Raif bu ani değişimin karşısında yıkılır. Hislerini ise en güzel
yine onun sözlerinde bulabiliriz. “
Hayatta en güvendiğim insana karşı
duyduğum bu kırgınlık, adeta bütün insanlara dağılmıştı; çünkü o
benim için bütün insanlığın timsaliydi.” Bu kırgınlık Raif’in hayatında
bambaşka kararlar almasına sebep
olur. Hiç tanımadığı bir kadınla evlenir ve her zaman hayalini kurduğu
çocuklar artık bir başkasıyla ortak
paydası olmuştur.
Yıllar yıllar sonra, Ankara’nın sokaklarında bir gün hayatının en şok
edici gerçeğiyle karşılaşacağını bilmeden dolaşırken Almanya’da pansiyonunda kaldığı Maria’nın bir ak-
rabasıyla karşılaşır. Bu karşılaşmanın sonunun nereye bağlanacağını ikisi de bilerek konuşmaya başlarlar.
Raif konuşmanın sonunda Maria’nın
on sene önce hastalandığını ve hastalığını önemsemeyerek bir çocuk
dünyaya getirdiğini, babasının da
bir Türk olduğunu öğrenir. Raif
bunları öğrendikten sonra kadının
yanında duran sekiz dokuz yaşlarındaki kız çocuğuna bakar ve hayatının en büyük pişmanlığını o saniyeden itibaren bütün yaşamı boyunca
yanında taşımaya başlar. “Kendisinden daha dün ayrılmış gibi taze bir
hasret duydum. Kaybedilen en kıymetli eşyanın, servetin, her türlü
dünya saadetinin acısı zamanla unutuluyor. Yalnız kaçırılan fırsatlar asla
akıldan çıkmıyor ve her hatırlayışta
insanın içini sızlatıyor.
Bunun sebebi herhalde, ‘bu böyle
olmayabilirdi!’ düşüncesi, yoksa insan mukadder telakki ettiği şeyleri
kabule her zaman hazır.”
Rasim ise defterin sonuna gelmiştir.
Üzerinde ise bütün bu yaşanmışlığın ağırlığı vardır. Arkadaşı Raif’in o
andan itibaren iç dünyasının ne kadar yoğun olduğunu bir kez daha
anlar. Raif’in ondan isteğini yerine
getirmek için evine gider, defteri sobaya onun gözünün önünde atmak
ister fakat eve vardığı zaman bütün
bu yaşanmışlığı bilen tek insan olduğunu fark eder. Raif tüm yabancılığı ve tüm pişmanlığıyla sırlarını arkadaşına aktararak son nefesini vermiştir... ◼
15
fenêtre • Yaz • 2014 • Sayı 5