Ü
zerinde tek bir toz zerreciği, görüntüyü
bulandıracak tek bir leke bile bulunmayan cam panelin önünde durmuş aşağıya
bakıyor. Bugün, güneş batmadan bir tarlaya
dönüşecek mekanı düzene sokan, her şeyin
bir bakışta anlaşılmasını sağlayan, tavandan
aşağı paslanmaz çelik halatların ucunda sallanan tabelalarda göz gezdiriyor: GeceG, İşİ,
KısaG, YoldaS, Aşkİ, ÖzgürlükD…
Çok yakında her biri dolacak yüzlerce
JMM01’i örten başak rengi örtülerin parlaklığı gözlerini kamaştırıyor. Sağ elini önlüğünün cebinden çıkarıp baş ve orta parmağını
gözlük çerçevesinin altından sokarak gözlerinin nemini alıyor. Hayatı boyunca bugünü
bekledi. Sadece o mu? Kaç nesil, bugünün
hayaliyle göçtü dünyadan! Herkes ait olduğu
yerde dursun diye ne çareler denendi de bir
türlü…. Geçmişin başarısızlıklarını kovalamak ister gibi sallıyor elini yüzünün önünde.
JMMO1’lerin örtülerini açmaya gelen işçilerin bedenlerinden yükselen testosteronun
kokusunu, bu kalın camların ardından bile
alır gibi oluyor. Aşağıda başaklar, kulağına
ulaşmasa da duyduğu bir hışırtıyla havalanırken, masasının başına geçiyor.
İlk parti hasadı gündüz gözü, herkesin işe
gitmek için yola koyulduğu saatlerde yapmaya karar vermelerinin ne kadar akıllıca
olduğunu düşünerek sevince benzer bir şey
hissediyor. Yüzlerce kez gözden geçirdiği
hesaplamayı önüne çekiyor. Nüfusun yüzde
altmış beşini oluşturuyorlar. Elbette, memleketteki yüz küsur şehre eşit oranda dağılmaları gibi bir durum söz konusu değil. Ancak
bu bir sorun teşkil etmiyor. Her bir şehirde
güzelce örgütlendi çiftçiler; herkesin hasadını
nereden yapacağı, hasadın miktarı önceden
belirlendi. Bu yüzde altmış beşin yüzde yirmi ikisi, iyi ya da kötü eğitimli. Bu ziyanlık,
hasadın neredeyse beşte birinin çürük olması
gönülden hırslandırıyor onu ve her bir çiftçiyi. Çürükleri düzeltmek için daha çok bel
gerekecek. Neyse ki o konuda bir sıkıntıları
yok. Bebekler ve çocuklar var bir de tabii. Bir
yüzde on dört de onlar ediyor. Ancak onlar
çürükten sayılmıyor. Kendisi için ayırdığı beş
yaşında, kumral, yeşil gözlü, sıska hasadı düşününce bacak arası ısınıyor. “Sana eğri bir
kemiğimden yaratıldığını belleteceğim,” diye
mırıldanıyor şehvetle. “Doğrulmaya kalkarsan kırılacağını göstereceğim.”
Telefonun çalmasıyla vaktin geldiğini anlıyor. Hattın diğer ucundaki hemcinsinin sesi
hasadın başladığınıbildiriyor. Karşılık vermeden kapatıyor telefonu ve elinin altındaki
kumandaya dokunmasıyla, karşısındaki cam
panelde başkentten görüntülerin akmaya
başlaması bir oluyor.
95
Direniş hemcinslerinden de elbette bekledikleri bir şey. Bekliyorlar çünkü aralarında
inanç armağanından yoksun bırakılmışlar
var, eşitlik yanılsamasını yaratan da o yoksunluk işte. Onların da icabına bakılacak bu
bahaneyle. Artık bu selin önünde kimse duramayacak, bu kesin. Hasadın kaldırılırken ne
kadar travmatize edilirse o kadar iyi olacağı
kararına varıldı oybirliğiyle. Ekrandan yükselen itiraz çığlıklarını, silah seslerini, yere yığılan bedenlerden çıkan kısa, tok gürültüyü,
cesetlerin üzerine kapanmak için debelenirken cop darbeleri ve elektrik şoklarıyla yola
getirilen hasadın korku dolu haykırışlarını
içine çekerken, bunun ne kadar yerinde bir
karar olduğunu düşünüyor bir kez daha.
Elbette iş bir parça çığrından çıkıyor, ancak bu da öngördükleri bir durum. Batıdaki
büyük şehirlerin neredeyse tamamında barikatlar kurulmaya, fedakar çiftçilerinin işlerini