A-2343-Perspective30-IC-email | Page 95

Ü zerinde tek bir toz zerreciği, görüntüyü bulandıracak tek bir leke bile bulunmayan cam panelin önünde durmuş aşağıya bakıyor. Bugün, güneş batmadan bir tarlaya dönüşecek mekanı düzene sokan, her şeyin bir bakışta anlaşılmasını sağlayan, tavandan aşağı paslanmaz çelik halatların ucunda sallanan tabelalarda göz gezdiriyor: GeceG, İşİ, KısaG, YoldaS, Aşkİ, ÖzgürlükD…  Çok yakında her biri dolacak yüzlerce JMM01’i örten başak rengi örtülerin parlaklığı gözlerini kamaştırıyor. Sağ elini önlüğünün cebinden çıkarıp baş ve orta parmağını gözlük çerçevesinin altından sokarak gözlerinin nemini alıyor. Hayatı boyunca bugünü bekledi. Sadece o mu? Kaç nesil, bugünün hayaliyle göçtü dünyadan! Herkes ait olduğu yerde dursun diye ne çareler denendi de bir türlü…. Geçmişin başarısızlıklarını kovalamak ister gibi sallıyor elini yüzünün önünde. JMMO1’lerin örtülerini açmaya gelen işçilerin bedenlerinden yükselen testosteronun kokusunu, bu kalın camların ardından bile alır gibi oluyor. Aşağıda başaklar, kulağına ulaşmasa da duyduğu bir hışırtıyla havalanırken, masasının başına geçiyor. İlk parti hasadı gündüz gözü, herkesin işe gitmek için yola koyulduğu saatlerde yapmaya karar vermelerinin ne kadar akıllıca olduğunu düşünerek sevince benzer bir şey hissediyor. Yüzlerce kez gözden geçirdiği hesaplamayı önüne çekiyor. Nüfusun yüzde altmış beşini oluşturuyorlar. Elbette, memleketteki yüz küsur şehre eşit oranda dağılmaları gibi bir durum söz konusu değil. Ancak bu bir sorun teşkil etmiyor. Her bir şehirde güzelce örgütlendi çiftçiler; herkesin hasadını nereden yapacağı, hasadın miktarı önceden belirlendi. Bu yüzde altmış beşin yüzde yirmi ikisi, iyi ya da kötü eğitimli. Bu ziyanlık, hasadın neredeyse beşte birinin çürük olması gönülden hırslandırıyor onu ve her bir çiftçiyi. Çürükleri düzeltmek için daha çok bel gerekecek. Neyse ki o konuda bir sıkıntıları yok. Bebekler ve çocuklar var bir de tabii. Bir yüzde on dört de onlar ediyor. Ancak onlar çürükten sayılmıyor. Kendisi için ayırdığı beş yaşında, kumral, yeşil gözlü, sıska hasadı düşününce bacak arası ısınıyor. “Sana eğri bir kemiğimden yaratıldığını belleteceğim,” diye mırıldanıyor şehvetle. “Doğrulmaya kalkarsan kırılacağını göstereceğim.” Telefonun çalmasıyla vaktin geldiğini anlıyor. Hattın diğer ucundaki hemcinsinin sesi hasadın başladığınıbildiriyor. Karşılık vermeden kapatıyor telefonu ve elinin altındaki kumandaya dokunmasıyla, karşısındaki cam panelde başkentten görüntülerin akmaya başlaması bir oluyor. 95 Direniş hemcinslerinden de elbette bekledikleri bir şey. Bekliyorlar çünkü aralarında inanç armağanından yoksun bırakılmışlar var, eşitlik yanılsamasını yaratan da o yoksunluk işte. Onların da icabına bakılacak bu bahaneyle. Artık bu selin önünde kimse duramayacak, bu kesin. Hasadın kaldırılırken ne kadar travmatize edilirse o kadar iyi olacağı kararına varıldı oybirliğiyle. Ekrandan yükselen itiraz çığlıklarını, silah seslerini, yere yığılan bedenlerden çıkan kısa, tok gürültüyü, cesetlerin üzerine kapanmak için debelenirken cop darbeleri ve elektrik şoklarıyla yola getirilen hasadın korku dolu haykırışlarını içine çekerken, bunun ne kadar yerinde bir karar olduğunu düşünüyor bir kez daha. Elbette iş bir parça çığrından çıkıyor, ancak bu da öngördükleri bir durum. Batıdaki büyük şehirlerin neredeyse tamamında barikatlar kurulmaya, fedakar çiftçilerinin işlerini